Bir İdeal Adamının Hikayesi: Dağlar Sana Gelmezse

02 Mayıs 2021

 

 

Ne gariptir ki, birisini kaybettiğimiz zaman onu
arama çabalarımız  artıyor. Oysa hayattayken
keşfedilseler ne kadar kolaylaşırdı hayat.

 

 

İstanbul, bir coğrafyanın göz bebeği olduğu kadar, Baydur ve ailesinin de göz bebeğiydi. Ablası Münire Bakbak ve Abisi Münir Yılmaz uzun yıllar önce İstanbul’a yerleşmişler. Kalabalık aileleriyle İstanbul’da mukim olmuşlardı. En küçükleri Melahat Dönmez, İzmir’de kalmış babasının yerleştiği İzmir’i yurt tutmuştu.

Kayın biraderi Kemal’in sesiyle irkildi: “Baydur bir çay daha içer misin?” olur der gibi gülümseyerek başını salladı.

Kemal, salondan içeriye doğru seslendi: “Apo, hadi bi tazele çayları!”

Otuzlu yaşların başında genç bir adam çalıştığı odadan salona geldi. Boş bardakları topladı. Mutfaktan hızlıca tazelediği çayları servis ettikten sonra Baydur’a doğru dönerek: “Baba, sunuma çalışmaya devam ediyorum.”

- İyi olur oğlum. Seni de sıkıştırdım biraz ama senin kadar hâkim değilim bu merete.

Göztepe-Kadıköy minibüs hattını kullananlar iyi bilir. O hat üzerinde seyahat yaparken İstanbul’un kısa tarihini geçersiniz. Kadıköy’de kurulan ve eski adıyla Rus pazarının hemen yanından kalkan bu minibüsler Maltepe’ye kadar uzanır eski ve yeni olan her bir şeyin önünden sanki tarihi bir kronolojiyi takip eder gibi İstanbul’un sakinlerini menzillerine ulaştırırlar. Bu hattın kullandığı Fahrettin Kerim Gökay Caddesi ise birbirinden özgün sokaklar tarafından kesilir. Üstelik bu cadde üzerinde bulunan semt, mahalle adları ise nev-i şahsına mahsustur. Tüccarbaşı, Çemenzâr, Sahray-ı Cedid gibi. Hat ilerledikçe isimler de farklılaşır daha gündelik ama sıradan tabirlerle karşılaşırsınız. “Köprü”de ineceğim diyenlerle, “Çemenzâr”da ineceğim diyenler arasında ciddi farklar hissedersiniz. Çemenzâr’da Fahrettin Kerim Gökay Caddesini kesen Mustafa Kaya Sokağı ile Dr. Fazıl Gökçeören sokağının kesiştiği noktada dört katlı bir apartmanın en üst katında oturuyordu, Kemal Işık. Kemik erimesinden müsebbip aksamasını ciddiye almadan her gün, sabah-akşam bu dört katı inerçıkardı. İyi bir kuyum, sarraf ehli ve ustasıydı. Üsküdar’dan dönüp, eve girdiğinde kan ter içinde kalmış bir şekilde kendini salondaki ikili kanepeye atar, soluklanması için kendine zaman tanırdı. Ancak her zaman ki rutini bu akşam gerçekleşmemiş, kız kardeşi Müzeyyen’in eşi Baydur misafiriydi. Uzun yıllar basit bir meseleden dolayı konuşmayan bu ikili artık karşılıklı sohbet ediyorlardı. Uzun uzun Erzurum’u konuştular, geçmişi ve eskilere değindiler. Kemal sordu; “Baydur, yarın ne yapacaksın?”

Baydur, bu soruyu beklercesine Erzurum için bir şeyler yapmak niyetiyle başladığı projenin nasıl bir coğrafya projesine dönüştüğünü anlattı. Kemal, sabırla dinlediği bu çalışmayı merakını yenemeyerek sorduğu sorularla geliştiriyordu.

 

Türkmenistan’dan döndükten sonra maişeti sürdürecek bir alan bulamamıştı. Zaten orada elde ettiği maaşından hâsıl parasını da Azer Kutalmış’ın okul masraflarına tahsis etmişti. Emekli maaşı yetmiyordu ve bu sıkışmışlık duygusu onu her anlamda yoruyordu. Çalışmayı hiçbir zaman terk etmemiş olan bu adam, boş durmayı reddetmiş, bu dönemde memleket için ne yapabilirim diyerek ilkin Erzurum bölgesinin istatistiklerini taramış fakat elde ettiği bulgular meselenin Erzurum’u aştığını görünce Kars, Ardahan, Sivas, Erzincan, Ağrı, Muş gibi illeri de projesine katmıştı. Her kattığı il yeni bir data seti ve bu setin incelenmesi, analiz edilmesi anlamına geliyordu. Ne yapabilirim diyerek başladığı iş yaklaşık 4-5 yılını almıştı. Üstelik proje için Devlet İstatistik Enstitüsüne sık sık giderek bölge istatistiklerini tedarik etmişti. Bununla da kalmamış bölge tarihini daha detaylı ve sorgulayıcı bir şekilde okumuştu. Her yıl 160 bin kilometrenin üstünde yol yaparak incelediği yurt gezilerinde bölgeyi iyi tanıma fırsatı bulmuştu. Zaten bölgenin çocuğuydu; insanına, suyuna, taşına toprağına aşinaydı.

 

2001 yılının Nisan ayının ilk günleriydi ve İstanbul kıştan çıkmış, her taraf bahara kesmişti. Sıcaklar daha bastırmamış, boğaz ve çevresi yeşilin bin bir tonunu sergiliyor. İç kesimlerdeki semtlere geçtikçe renkler ve coşku daha da bir çeşitleniyordu. İnsan malzemesinin en mümbit ve çeşitliğini sergileyen bu kent şimdi de onu kucaklamıştı. Erzurum’dan arkadaşı Bekir Sıddık Soysal, projenin gelişim ve oluşum süreci içinde Baydur’a bir nevi fikri refakat etmişti. Hem projeye aşinaydı hem de ne güçlük ve uzun çalışmalarla ortaya çıktığını biliyordu. Bu projenin mutlaka kamuya açılması konusunda ısrar ediyordu, Baydur’a. Ancak nasıl?

 

Bu nasıl sorusuna kendisi bir cevap vermekte gecikmedi, Bekir Sıddık Soysal. Yine Erzurum’dan arkadaşları olan Ali Kopuz, İstanbul Ticaret Odası yönetim kurulu üyesiydi. Baydur’u o da tanıyordu. Projeyi anlattı Ali Kopuz’a, Bekir Sıddık Soysal. Projeden etkilenmişti Ali Kopuz ve hemen ticaret odasının bürokratlarıyla görüşüp bir toplantı ayarlamışlardı. Toplantı tarihi 5 Nisan Perşembe olarak belirlenmişti.

 

Sabah hafif bir kahvaltı yaptılar. Alparslan’ın içi içine sığmıyordu. Babasını ilk defa bu kadar mutlu ve coşkulu görmüştü. Evden çıktılar Göztepe minibüsleriyle Kadıköy’e, ardından keyifli bir vapur çay sohbetiyle Eminönü’ne vardılar.

 

- Bekir yine gecikir, gör bak, dedi oğluna.

 

Alparslan sessiz bir gülümsemeyle, buluşacakları Mısır Çarşısının önüne doğru babasını hareketlendirdi. Gittiklerinde ikisi de gülmekten kendilerini alamadılar çünkü Bekir Soysal gelmiş onları bekliyordu.

 

- Bekir senin günahını aldık bilesin dedi.

 

Meseleyi tahmin edercesine cevap verdi, Bekir: “Hadi beyim hadi. Şimdi günah zamanı değil. Daha sonra ben sorarım soracağımı…

 

Hızlıca İstanbul Ticaret Odası’nın boğaza bakan kapısından giriş yaptılar. Gece hazırlamış olduğu sunumu salondaki görevlilerle paylaştı, Alparslan. Baydur Yılmaz ve Bekir Soysal, Ali Kobazoğlu’nun 2’nci kattaki odasına çıktılar.

 

Sunum için gelmiş pek çok misafirde oradaydı. Her birisi bir dağ psikolojisinde ve edasındaki bu misafirler kendi alanlarında farklı kurum ve sektörleri temsil ediyorlardı. Ali Kopuz’un odası tam bir şenlik alanı gibiydi. Çaylar içiliyor, farklı farklı birden fazla sohbetin yapılması odada bir uğultunun oluşmasına sebep veriyordu. Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği'nin Genel Sekreteri Prof. Dr. Erkan Benli, İstanbul Esnaf Kefalet Kooperatifi Başkanlığı ve İstanbul Kasaplar Derneği Başkanlığı yapmış Hüseyin Özçelik, TEMA Vakfı Başkanı Hayrettin Karaca, TÜGEM Genel Müdür Yardımcısı olan; Fevzi Topal, Yüksek Strateji Merkezi Başkanı ve aynı zamanda bir finans uzmanı olan Dr. Can Fuat Gürlesel, çocukluğunun geçtiği mahallelerden tanıdığı Cengiz Solakoğlu, ki önemli bir noktada Koç Holding A.Ş. Tüketim Grubu Başkanlığı yapıyordu. Ayrıca Dr. Hakkı Erdoğdu Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Genel Sekreteri bulunuyordu. Öte yandan Erzurum’dan da gelenler vardı. Erzurum Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Hakkı Hınıslıoğlu bu kişilerden biriydi. Ayrıca projenin büyüklüğü ve iktisadi bir yekûn arz etmesi nedeniyle birkaç da iktisatçı hazır bulunuyordu sunumda.

 

Ülkenin en zor günleriydi ve Türk insanı ekonomik krizlerle sarsılıyordu. Memleketin dört bir tarafını ümitsizlik sarmıştı. Meclis karışıktı. İstifalar, transferler her gün gazete manşetlerini süslüyordu. Güneydoğu’da terör azmış, gün olmuyordu ki şehit haberleri ve gözü yaşlı anneler izlenmesin televizyonlarda. 

 

Bu iklimde, bir adam çıkmış ve bölgesel bir kalkınma modeli oluşturduğunu iddia ediyordu. Son yıllarda hiçbir sorununa çözüm bulamamış bir ülkede, böylesi bir inanç ve gayret çıkışı ancak romantik ve beyhude bir çaba olabilirdi. Bu iklimden kendini uzak tutmaya çalışanlar vardı elbette. ‘Türkiye'de Entegre Hayvancılık Sektörü Üzerine Bir Model Önerisi’ olarak takdim edilen sunuma katılanların arasında da bu psikolojide insanlar vardı ancak birçoğu ülkenin içinde bulunduğu ümitsizlikten nasibini almışlardı. Bu halet-i ruhiye proje sunumundan sonra yapılan eleştirilerde gün yüzü gibi açığa çıkmış, kendini göstermişti.

 

Projenin sunumundan birkaç yıl sonra çalışmasını Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes’e takdim etmiş, çalışmadan ziyadesiyle memnun olan Aydın Menderes de bu çalışmayı istemişti. Elinde bulunan tek nüsha baskıyı Aydın Menderes’e vermiş ancak teknolojinin azizliğine uğrayan Baydur, daha sonra çalışmanın digital aslını kaybetmişti. Bu duruma son derece üzülmüş ve soluğu Aydın beyin yanında almış projenin aslını istemişti. Aydın bey, o dönem projenin önemine istinaden kilitli bir ortamda sakladığını söylemiş ve kendisine ulaştıracağını ifade etmişti. Ancak kader devreye girmiş ve Aydın Menderes beyin ömrü bu projeyi Baydur’a ulaştırmaya yetmemişti. Ölümünden sonra oğlu Alparslan, İTO’nun digital arşivlerinde projenin sunumunun digital kopyasını bulmuş ancak bu haberi babasına verememişti.

 

Salon hınca hınç dolu değildi ama gelenlerin büyük bölümü sektörü bilen, tanıyan uzmanlar ve kanaat önderleriydi. Merakla sunumu bekliyorlardı. Oturum başkanı Mete Kılıç kısa bir giriş konuşması yaptıktan sonra sözü Baydur’a verdi. Kürsüye gelen Baydur kısaca salonu bir süzdü. Heyecanlı olduğu belliydi çünkü sesi titriyordu. Sakinleşmek ve zaman kazanmak için elindeki notları kürsüye yerleştirdi, gözlüğünü cebinden çıkardı ve salonu derinden tarayan gözlerine yerleştirdi. Şimdi hazırdı:

 

“Efendim benim, 1975 yılında yurt dışına çıkışımla birlikte kendi kişisel tarihimde bazı şeyler oldu. O dönemde hakikaten çok iyi hocalardan ders aldık. Belki de bir lisedeki talebe gibi yetiştirildik. Onun için de bir nosyona sahip olduk, rakamları konuşturmayı öğrendik ve böylece bu işe başlamış olduk. Projemizin adı "Tarım ve Tarıma Dayalı Sanayilere Entegre Edilmiş Doğu Anadolu Projesi" ama işin gerçeği Doğu Anadolu ve Hinterlandı, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu'nun İç Anadolu'yla olan geçit yörelerinin de bu hinterlandın içinde olduğunu söyleyebiliriz. Ancak sunumuma, Hazreti Muhammed'e ithaf bir kıssayla başlamak istiyorum. Ben bu kıssayı The Reader's Digest Ansiklopedisi'nden almıştım. Diyor ki yüce yaradan; ‘Ey Muhammed, dağlar sana gelmezse, sen dağlara git.’ Ben de projemi arz etmek için size geldim.”

 

Baydur, salonda bulunan misafirleri onurlandırmak için hazreti peygamberin hayatından bir alıntı yapmıştı. Ki büyük bir aşkla sevdiği Hazreti Muhammed’in hayatını farklı kaynaklardan birkaç kez okumuş ve peygambere olan hayranlığını hiç gizlememişti. En sevdiği şahsiyetten getirdiği bu kelam salonda yüksek dağlara çarpmış gibiydi. Yıllar sonra dağlara gittiğini ancak istediği yanıtı alamadığını ifade etmişti, Baydur.

 

Sözüne devam etti Baydur:

 

“Şimdi burada birinci bölümümüz tespitler ve teşviklerden oluşmaktadır. Her şeyden önce tespit yapmak lazım. Neredeyiz, nasılız? Bir sanayiye girdiğimiz zaman, tarıma girdiğimiz zaman, neler yapmalıyız? Elimizde hangi doneler vardır? Bunları çok iyi etüt etmek, elden geçirmek lazım. Projemizin başlangıcı tespittir. Benim Tarım Bakanlığı'ndaki yıllarımda, uygulamalı tarımsal projeye başlanırken; ilkin tespit edelim, neredeyiz, nereden başlıyoruz, nereye gideceğiz? diye çok uğraştım. Maalesef böyle kaldı. Çünkü bizde bir heves var, aman getirin, tatbik edelim. Bunu dünya tatbik etmiş, biz niye etmeyelim gibi bir hava vardır. Ama bu derdimi o devirde anlatamamıştım. Tabii daha sonra Erkan benli hocamın döneminde bu tespitler gayet güzel yapıldı, ama bunlara maalesef başlayamadık.”

 

Projesinin çıkış noktası olan Erzurum üzerine tespitlerini aktardı ilkin:

 

“Erzurum, Kuzey Anadolu Dağları ile Güney Doğu Torosların birleştiği noktada kurulmuş bir şehirdir. Şehrin kurulduğu yer deniz seviyesinden 1950 metre yüksektedir. Buradan hangi istikamete giderseniz gidiniz rakım düşmeye başlar. Bu yöreden üç nehir çıkar; Karasu (Fırat), Aras ve Çoruh. Bu nehirlerin her üçü de değişik denizlere dökülürler. Her üçü de uluslararası sulardır. Erzurum'un stratejik önemine bir de su politikası eklenmiştir.

 

Metod konusunda donamıyla tarihçesine değinmeden edemezdi:

 

“Erzurum, Selçuklu Devleti zamanında bir ilim ve irfan şehri olmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti'nin Erzurum, Erzincan, Sivas, Kayseri ve Konya hattında gelişmiş, kendine yeterli bir şehir olarak temayüz etmiştir. Erzurum, Osmanlı Devleti'nin sınırları içerisine dâhil olduğu yıllarda stratejik öneminden ötürü dikkatleri üzerine toplamıştır. Yavuz Sultan Selim döneminde Tebriz, Ahıska ve Suriye'deki Türkmen Boylarının Erzurum'a iskân edilmeleri ile doğu sınırlarının emniyete alındığını görüyoruz. Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman döneminde alınan ve uygulanan bir karar ile Erzurum'un ekonomik önemi bütün Ön Asya'da vurgulanmıştır. Çünkü o devrin ağır sanayiinin bir örneği olan top döküm fabrikası kurulmuştur. Haliyle, bu fabrikanın etrafında orta ölçekli ve küçük ölçekli sanayiler gelişmiştir.

 

Yavuz Sultan Selim döneminde terkedilmiş durumda olan şehir; endüstri, tarım, ticaret ve kültür şehri olmuştur. Şehir bu nedenle beynelmilel bir hüviyet kazanmıştır. Venedikli, Cenevizli, Rum tüccarlar ile Ön Asya'da dağınık cemaatler halinde yaşayan Ermenileri de barındırmıştır. Daha sonraları şehir yine ekonomik sıkıntılara düşmüş, ancak, IV. Mehmet döneminde vergi muafiyeti getirildiği için; daha doğrusu Anadolu'nun yedi sancağından biri olan Erzurum, hayatiyetini devam ettirmiştir.”

 

Salon bu girizgâh konuşmasının nereye varacağını merakla bekliyordu. Konuştukça ve anlatmaya devam ettikçe heyecanını yenmişti. Kürsüye olan hâkimiyeti bedenine yansımış, tarlada ihtirasla avuçlarının arasına aldığı toprağı sıkar gibi kürsünün kenarlarını sıkıyordu. Ekrana gelen kimi grafiklerin doğru olup olmadığını kontrol etmek için kimi zaman arkasına dönüyor, okuma gözlüklerinin üstünden sunumu yönlendiriyordu.

 

Projenin oluşumu sürecinde uzun saatler sohbet ettiği arkadaşı yazar ve mütefekkir arkadaşı Bekir Sıddık Soysal’dan bir alıntı yaparak konuşmasına devam etti:

 

“Bekir Sıddık Soysal bir makalesinde "Şehirler insanlar gibidirler, çıkardıkları münevverlerle, irfan sahibi insanlarla yaşarlar." diyordu. Bu konuda yani yetiştirme anlamında elimden bir şey gelmez, ancak bu insanları o beldede tutmak için gayretimiz olur. Birikimlerimi bir araya getirmeden önce Doğu Anadolu'daki problemleri tespit ve çözüm yollarını bulmak, halk pratiklerini ortaya çıkarmak için bir ilmi gezi yaptık. Bu gezide Ziraat ilmine aşina olan bizler en kötü uygulamaları gördük, çok üzüldük. En mükemmel uygulamayı gördük; hem sevindik hem de şaşırdık. Bunu bir örnekle açıklarsak: Tir ekim metodundan bahsetmek yeterli olur. Bugün, Tarım Metodolojisi; tamamen bitki ve hayvanın ekolojiye göre seçilmesi, ıslah edilmesi, geliştirilmesi ve teknolojileri üzerine kurulur. Halbuki Tir metodunda çevre bitkiye uygulanmıştır ve mükemmel sonuç alınmıştır. Tir buğdayları, tane fenolojisi olarak birbirine benzeyen 38 botanik varyeteden müteşekkil, yazlık karakterli, Vavilov'un Triticum compositum dediği bir buğday çeşitliliğidir. Yazlık karakterli olduğu için kışa dayanamaz soğuktan ölürler. Ancak Tir metodu ile ekildiğinde en soğuk kışlardan etkilenmez ve fakir bakım şartları altında verimi çok yüksektir. Bu metodun kökeninin Orta Asya'nın kuzey doğusu olduğu kanaati hâkimdir.”

 

Yetiştiği bölgenin birçok fırsatı barındırdığı belirtmek için örnekler veriyordu. Ümitsizlik dağlarını yıkmak için çözümün önlerinde durduğunu anlatmaya çalışıyordu:

 

“Değerli dostlar, böyle dâhice bir metodu uygulayan bölgenin kalkınmışlık düzeyinin düşük olması ise esef vericidir. 1970-1980 yıllarında bölgede araştırmalar yaptığım için bu bilgileri bir araya getirmeye karar verdim. Örnek şehir olarak da Erzurum'u almak doğru olur dedim. İlkin "Erzurum'un Tarım-Orman ve Tarım-Orman Endüstrisi Açısından Kalkınma Programı İle Bu Programın Geleceği İçin Araştırma Konusu Olabilecek Husus ve Sorunlar" adlı çalışmayı tamamladım. Çalışma, çalışmaya kapı açtı, akabinde "Üretim faaliyet kolları(sektörler) itibariyle Erzurum'un Durumu" adlı çalışmayı tamamlandım. Bu çalışmada biyometrik metotlarla kalkınmada starter faktörü tespit ettik. Adeta Amerika'yı yeniden keşfettik. Starter faktör hayvancılık idi.”

 

Tarihi ve kendiliğinden, yüzlerce yıllık bir tecrübeden süzülmüş bir birikimden bahsediyordu:

 

“Bin yıllık uygulama doğru ve yerinde idi. Bölgenin sanayiye ihtiyacı kaçınılmaz idi. O halde sanayinin ham maddesi bölgenin temel üretimi olan bir sanayi olmalıydı. Daha sonra projeyi şekillendirdik. Proje, Tarım ve Tarıma dayalı sanayilere entegre edilmeliydi ve birbirinin mütemmimi olan 8 alt proje veya kademeden meydana gelmeli idi. Burada Devlet İstatistik Enstitüsüne minnet ve şükranlarımı arz ediyorum. Çünkü çalıştığım rakamlar bölge gerçeklerini ortaya koymuştur.”

 

Projenin menşei üzerinde ısrarla durdu. Çünkü hayatının hiçbir döneminde batıya karşı bir hayranlık beslememişti. Batı felsefesi ve tarihi üzerine olan derin okumaları ve sonrasında mesleki gezilerinde yerinde müşahedeleriyle bazı kanaatlerini netleştirmişti. O’nun için özgün olmak ve sorunları doğru tespit etmek çözümün başlangıcıydı. Mutlaka ve mutlaka sorunlara göre orijinal ve doku reddiyesi olmayacak çözümler üretilmeliydi. Tıpkı her hastaya aynı tedaviyi uygulayamayacağınız gibi. Çözüm adına iklimini, insanını, inancını yok sayamazsınız. Sesini yükselterek devam etti:

 

“Bu proje batıdan alınıp uygulanan bir proje değildir. Bu proje bölge insanına, onun örf ve adetlerine, cemiyet hayatına, duygu ve düşüncelerine, geliştirdiği manevi müesseselere uygundur.”

 

Projenin esaslarını sayarken hayata dair ürettiği varlık ilkelerini sayıyor gibiydi. Kendine yetmek, özgün olmak, iktisadi olarak muhtaç olmamak, birey olmak, geçmişten ve coğrafyadan kopuk olmamak, katılımcı olmak, kapsayıcı olmak, üretken olmak gibi.

 

“Saygıdeğer hazirun, Doğu Anadolu Projesi; Alt projelerden meydana gelmiş entegre bir projedir. Bizi devletle ilişkilerimizde devamlı el açar durumdan kurtaracak yani halkın kendi kendine veya lider/kurum marifeti ile teşkilatlanarak ekonomik ve sosyal açıdan geleceğini teminat altına alma mücadelesinde öneme haiz bir teşebbüstür. Bu yönüyle sivil bir projedir.

Tarihimiz boyunca en büyük sıkıntılarımızdan olan sosyal dinamiklerimizi olumlu anlamda değiştirecek ‘İhtiyaç-Güven-Üretim-Teşkilatlanma’ esası üzerine kurulduğu için üretici ve beşeridir.

Bu proje geçmişimizle geleceğimizin yeniden inşası için; öncelikle Anadolu normlarını esas alarak Selçukludan Osmanlı'ya, Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar tevarüs etmiş sağlam dokunun (Halkın yaşattığı müessese ve birlikler) yeniden inşası ve oryantasyonudur.

 

Projenin ilkeleri salona birbiri ardına bir bomba gibi düşüyordu. Her ilke, her patlama salonda kıpırdanmalara neden oluyordu. Kimi misafirlerin gözlerinde bir ışıltı belirivermişti. Şimdi nereden çıkmıştı bu adam, tam da zamanıydı. Bir rakamlar seli beklerken sosyal, gündelik hayatı karşılayan bir girizgâh adına bir nevi manifesto gibi bir konuşmayla karşılaşmışlardı. Giriş kısmı böyleyse projenin kendisi neydi?

 

Kürsüdeki adam nefes almamacasına konuşuyor ve konuşuyordu:

 

“Bu proje ile üretim kademelendirilmiştir. Hammadde üretimi, üretimin mamul hale getirilmesi ve mamulün standardizasyonuna tamamen uygunluğu, kantite ve kalitede standardizasyonu sağlayacak ve üretimden satışa kadar büyük bir istihdam sağlayacaktır. Değerli dostalar, bu proje ile halkın veya üyelerin, üretimin bütün safhalarına iştiraki sağlanmıştır. Öte yandan proje ile bölge halkı tabana inmiş sanayi ile tanışacak, tanıyacak, bilecek ve güçlüklerini çözecek, kendine güvenle diğer tamamlayıcı sanayi dallarına geçecektir. Projenin modeli, hukuki açıdan birlikler. Sosyal açıdan ahilik ve gelişmecilik temeli üzerine kurulmuştur. Bir diğer ifade ile üretim ve esaslar stabil, duygu ve düşünce ile üniformdur. Diğer kalkınma modelleri ile mukayese edildiğinde farklıdır.

Konuşmamın başında da belirtmiştim. Tek bir ilden yola çıktık ama 16 ili ve Karadeniz hinterlandını kapsadığı için dünyadaki örneklerden farklı olmuştur. Proje çok geniş tutulmuştur. Bu genişliği kontrol altına almak ve projedeki bütün safhalar karışıklığa meydan verilmeyecek şekilde kademelendirilmiştir.”

 

Detaycılığı açığa çıkmaya başlamıştı. Projenin tüm aşamaları en ince noktalarına göre planlamıştı. Her şeyi kademelendirmiş, her kademeyi bir önceki ve ya sonrakiyle ilişkilendirerek böylece otokontrol mekanizmaları kurmuştu. Her birim bir öncekini ve bir sonrakini bir nevi denetliyordu. Hatta sisteme girecek olan maddi hasılayı bile hesaba katmış, vergi ziyaına sebep olmamak, devletin bir kaybı olmaması için bir bankacılık sitemi kurgulamıştı:

 

“Ürününü birliğe veya birlikten birliğe satan birimler veya üyeler, paralarını bankadan alacaklar veya bankadaki hesaplarına geçecektir. Banka konusu daha sonra açıklanacaktır. Bölgede değer kaybeden arazi, gayrimenkul kıymetlenecektir. Bu sebeple tarım arazileri katiyetle iskâna açılmayacaktır. Bunun takipçisi belediyeler ve birlikler olacaktır. Ekonomik hayata devlet müdahalesi hızlı bir ivme ile azalacak, devlet asli görevi olan adalet, emniyet, eğitim hizmetlerini deruhte edecektir. Sağlık sektöründe ise yardımcı olacaktır.”

 

Projede devletin konumunu anlatırken bile bir beklentiden ziyade devrim gibi bazı kavramları anlatıyordu. Bu coğrafyada bireyin kendi hikâyesini yazabilmesi için devletten ve onun belirlediği iktisadi, sosyal ilişkilerden kendisini bağımsızlaştırması gerektiğini ifade ediyordu. Hür fikrin ve özgünlüğün yeşermesi için her anlamda kişinin bağımsız olması şarttı, onun için.

 

“İlgili ve yan sanayilerin ortadan kalkmaya başlamış olan serbest meslek ve hizmetler veya esnaf dokusu yeniden çağa uygun ve geleceğe uyumlu bir şekilde teşekkül edecek ve teşkilatlanacaktır. Cemiyetin ve alt birimi sosyal grupların; ekonomik, sosyal, ahlaki ve hukuki yönden düzenlenmesi, derlenmesi ancak serbest meslek hizmetler dokusunun teşkilatlanması ve cemiyetteki manevi müesseselerin yeniden fonksiyonel hale getirilmesi ile mümkün olacaktır. Birlikler ve Yerel yönetimler arasında organik bağlar teşekkül edecek; çağın, hastalık ve bunalımlarından bölge izole olacaktır.”

 

Projenin uluslararası yansımaları için ciddi bir fikri hazırlığı vardı. Ancak yeni doğmuş bir fikrin serpilmeden darbe almaması için çok fazla girmedi o konuya ancak tek bir alandan yaklaşım göstererek bir nevi buzdağının üstünü gösteri gibi açıkladı:

 

“Bölge halkı değerlerine sahip olacak Karadeniz, Hazar, Basra havzalarına su boşaltan nehirleri vasıtasıyla üretim havzalarından su hakkı talep edecektir.”

 

Bu cümle ile projenin çapını uluslararası bir alana çıkarıyor, bir nevi projeyi bir üst lige taşıyordu.

 

Son cümlesi ise daha ilginçti, devletin değil milletin emrine girmiş bir uzmanlar ve çalışanlardan bahsediyordu:

 

“Birliklerde görev alacak uzmanlar ve teknisyenler birliklerin dolayısıyla üyelerin emrinde olacaklardır.”

 

2 saate yakın bir süre anlatmaya devam etti, Baydur. Projenin çıktılarının sadece hayvancılıkla kalmayacağını ifade etti. 450 bine yakın ailenin bu projeden gelir sağlayacağını gösterdi. Yaklaşık 9 milyar dolarlık bir ciroya ulaşacağını ancak bunun 5 milyar dolarlık bir kâr bırakacağını detaylarıyla ve detaylı hesaplarla ispat etti. DOĞBANK gibi bölgeye özel bir finans yapısını detaylandırdı. Projenin gerçekleşmesi için gerekli olan kanun ve mevzuatları hatta bunların çıkarılmasıyla ilgili hangi usullerin oluşturulması gerektiğini anlattı, salonda bulunan haziruna.

 

Sözlerini tamamlarken Fransız düşünür Roger Garaudy’nin coğrafya ve kader ilişkisine dem vurur gibi şu sözleri sarf etti salona:

 

“Doğu Anadolu ve sahip olduğu ekolojiler Ön Asya'da benzeri olmayan değerli bir hazinedir. Asya'da Paropamis dağları, Tanrı dağları ile Kuzey Avrupa hariç tutulursa dünyada hayvancılık için en ideal bölgedir. Allah'ın bir armağanı olan bu bölgeden yeteri kadar yararlanamamak hem milletimize ve hem de insanlığa karşı suç işlemekle eş değerdir.”

 

Sunumu tamamladıktan sonra eleştiri ve değerlendirme kısmına geçildi. Bazı konuşmacılar fikrin orijinalliğine dem vurdular. Bazıları ise neden böyle bir projenin başkaları tarafından bilinmediğini ifade ettiler. Niye uluslararası örneklerinin olmadığını söylediler. Kimileri ise zaten böyle bir projeyi kendilerinin de yaptıklarını hatta birazcık meraklı olsa Baydur’un kendisinin de bunu bilip emek vermesine gerek kalmayacağını söylediler. Tüm eleştirileri mantıklı mantıksız ayrımı yapmadan dikkate aldı, Baydur. Yaptığı çalışma bir vizyon ve sınır zorlayan projeydi. Böylesi bir çalışmayı ancak bu çaptaki insanların anlayacağını biliyordu. Örneğin, Aydın Menderes bunlardan biriydi. Proje öyle kapsamlıydı ki, meslektaşı ve arkadaşı Çetin Baydar, Erzurum’dan siyasete atılmak istediğinde bölge için vaatlerinin arasına bu projeyi de koymuştu.

 

 

 

Birkaç yıl sonra AK Parti, bir kurtarıcı edasıyla iktidara gelmiş, Kasım 2002’de Sami Güçlü Tarım Bakanı olmuştu. MÜSİAD Ankara şube başkanı Şerafettin Karademir Baydur’u iyi tanıyordu. Derinliğinin ve tarıma olan hâkimiyetinin farkındaydı: “Abi, senin kenarda durman olmaz.” diyerek Baydur’u bir nevi sürüklercesine Sami Güçlü’nün yanına götürdü. Sami Güçlü, iktisatçı olmasına rağmen Tarım Bakanı olmasına karar verilmişti. Muhtemeldir ki yurt dışında uzun yıllara sâri tecrübesi etkili olmuştu. Şerafettin Karademir, Baydur’u takdim ettikten sonra mutlaka istifade edilmesi gerektiğini söyledi, Güçlü’ye. Güçlü, nasıl istifade edebileceklerini bakmaları gerektiğini söyledi ve Şerafettin Karademir’e bilgi vereceklerini ifade etti. Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı ve haftalarda ayları. Bir türlü haber çıkmıyordu, bakanlıktan. Üstelik tüm önemli ve icracı noktalara atamalar gerçekleşmişti. Şerafettin Karademir bu duruma içerleyerek bir öfke anında bakanlığa gitme kararı aldı. Yetişmiş, uluslararası başarısı olan ve her zerresine kadar memleket aşkıyla yanıp tutuşan bir insandan bakanlık neden istifade etmek istemiyordu, anlamakta zorluk çekiyordu. Bakanlık özel kalemini dinlemeden bakan odasına girdi hızlıca. Yarım saatlik bir konuşmanın sonucunda danışmanlık pozisyonunu kopartarak çıktı, odadan.

 

Bu görüşmenin ardından Şerafettin beyin ısrarıyla danışman olarak görev yapmaya razı oldu. Çünkü önemli olan üretmekti. Çalıştığı 7-8 aylık süre boyunca sembolik denilecek bir ücret karşılığında dönemin bakanlık projelerine kritik dokunuşlarda bulundu. Karamsardı ve her geçen gün bu karamsarlığı artıyordu. Kendisini ziyarete gelen oğluna yapılan hataları ifade etmiş ve ümitsizliğini hissettirmişti. O görüşmeden 15-20 gün sonra ilk pıhtı atma hadisesini yaşadı. Kısmi felç olarak uzunca bir süre tedavi gördü. Ardından bypass ameliyatı ve ikinci felç süreci onu yatağa bağladı ve bir daha kalkamadı.

 

Hayatı boyunca dağlara kafa tuttu. Onların yüksekliklerinden, azametlerinden uzak durdu. Bunu bir kibirle yapmadı. Aksine mütevazı hayatında küçük şeylerle mutlu olmasını bildi. Kibir yerine ali cenap bir tutumla dağlara gitmekten de imtina etmedi. Ancak hiçbir zaman dağlara ram olmadı. Büyük işler başarabileceğine inandı. Dağlara bakmak yerine; ileriye, ufka odaklandı.

 

Prof. Dr. Hasa…

Harika bir yazı
Ve bu Harika insanları öğütüp durdu, öğütmeye devam ediyor. Planlama, gönül vermişlik yöntem birikim...ile iki Türkiyeyi yokluktan kurtarır. Sığlık vizyonsuzluk, nepotizm nobranlik öğütücü çarklar olarak dönmeye devam ediyor
Teşekkürler

Pa, 05/02/2021 - 14:01 Kalıcı bağlantı
Mustafa Akın

Engin birikimi ve çalışkanlığıyla tarım camiasında iz bırakmış, kilometre taşlarından birisi olmuş olan değerli meslektaşım ve ağabeyim merhum Baydur abimizin baskın yönlerini kısaca gözler önüne seren ustalık kokan yazınızı zevkle ve bir solukta okudum. Baydur abimizi bir kez daha rahmetle anarken size de huzurlu ve verimli bir ömür diliyorum.

Pa, 05/02/2021 - 16:04 Kalıcı bağlantı
Aylin Şen Tekin

Böylesine değerli ve kıymetli insanların erkenden aramızdan ayrılmalarının üzüntüsünü derinden yaşarken. İnsanlığa memleketine bu kadar aşık ve fedakar olan Baydur bey ruhun şad olsun. Allah rahmet eylesin...

Pa, 05/02/2021 - 20:31 Kalıcı bağlantı
Mustafa Aksakaloğlu

Kilit noktadaki insanları inandıramadığımız yada gerekli ilgi ve samimiyeti bulamadığımız böyle dev projeler tozlu rafları doldurmakla kalıyor. Bunların tozlanmasına sebep olanlar çok büyük bir vebal altında kalıyorlar. Neden böyle insanların kıymeti bilinmez ülkemizde? Güzel bir yazı tebrik ederim.

Per, 04/07/2022 - 06:15 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 682 kez görüntülendi. 4 yorum yapıldı.