Akıl ve Hislerin Çarpışmasından Ne Çıkacak?

16 Aralık 2020

Amerikan seçimlerinde ortaya çıkan sonuçlar üzerine hayli derinlikli analizler yapıldı. Biden kazandı ama Demokratlar beklendiği gibi Trump ve temsil ettiği zihin yapısına karşı “ezici” bir üstünlük sağlayamadılar. Ellerindeki sayısız iletişim kanalından durmadan “cahil, aptal, kaba, kibirli, narsist, dengesiz, çıkarcı, empati yoksunu, ırkçı, din istismarcısı, kural tanımaz, usûl bilmez” olduğunu vurguladıkları Trump’ın neredeyse kendileri kadar oy almasını hiç beklemiyorlardı.

Sosyal bilimcilerin Trump’ın bu başarısını, ona oy verenlerin nasıl düşündüğünü, ne ile motive olduğunu ve karşı propagandadan nasıl olup da bu kadar az etkilendiklerini kesinlikle analiz etmesi gerekiyor.

Bu konuda çok değerli çabalara şahitlik ediyoruz.

 

Liberal Demokrasi Toplumsal Tutkal Olan “Ortak Ahlakı” Üretemiyor

Image

Etyen Mahçupyan, serbestiyet.com’da yayımlanan “Trump’a gösterilen teveccüh bir özeleştiri fırsatı olmalı” başlıklı değerlendirmesinde, uzun zamandır bir modernlik kültürünün etkisinde yaşayan Batılılarının çoğunun benimsediği, bireysellik, özgürlük, çoğunlukçuluk, hukukun üstünlüğü, kişisel tercihlerin rasyonelliği ve meşruluğu gibi unsurlarla örülen sistemin kamusal alanda ortak bir ahlâk üretme yeteneğinin hayli zayıf olduğuna dikkat çekti.

Mahçupyan’a göre bireyselliklerin önünü tamamen açan modern liberal demokrasi, ancak kişilerin aynı kültür zemininden gelerek birbirine benzemesiyle teşekkül edebilecek “ortak ahlakın” gelişeceği zemini sunmakta zorlanıyor. Trump ise bu eksikliğin doğurduğu, daha otoriter yönetim arayışlarına ve popülizan savrulmaya cevap veriyor. “Ötekilere” duyulan öfkeyi ve acilen çözüm bekleyen ruh halini kendisinde adeta cisimleştirerek başarı gösteriyor.

 

Ukalaların Rasyonel Doğrularındansa Kendi Yanlışlarına Sahip Çıkan Kitleler

Image

Sosyolog Mücahit Bilici’nin ilk değerlendirmeleri de oldukça çarpıcıydı: Bilici, gazeteduvar.com’da yayımlanan değerlendirmesinde, liberal, küreselleşmeden memnun ve yarar sağlayan şehirli ve eğitimli kesimlerin, bilginin tahakkümüne doğal bir hak muamelesi yaptıkları için bilgiçlik kibrine kapıldıklarına ama demokraside bunun bir hata olduğuna dikkat çekiyordu.

Bilici’nin şu tespitleri çok önemliydi:

 

Demokrasi bilen ile bilmeyene eşit muamelesi yapan bir ifade rejimidir. Bilmenin ifade üzerindeki tahakkümüne karşı duyguların patladığı bir isyan düşünün. Bu isyanın akla itibar etmeme hakkını kullanacağını öngörebilirsiniz. Bu isyancıların, matematiği bildiği için hâkim konumda olanların iki kere iki dört eder iddialarını reddedeceğini de tahmin edebilirsiniz. İki kere iki dört etmemeye başlar. Bilgi ve matematik neyin söylendiğine bakmamızı isterken ifade ve demokrasi bunu kimin söylediğine ve kimin adına söylendiğine bakmamızı ister. Onun için iki kere ikinin dört etme zorunluluğunun diktatörlüğüne karşı bir rahatsızlık hisseden avamın amme vicdanı teslim olmayı reddeder. Ve bilgiye dayalı eğitimli elitlerin hakimiyetine isyan başlar.

Bilici, bu isyanın “demokrasinin bir uzun erimli iç krizi” olduğunu, bunu mümkün kılan altyapı faktörünün “ortak kamusallığın çöküşü” olduğunu söylüyor ve onu da “sosyal medya” devrimine bağlıyordu:

 

Sosyal medyanın zuhuru ile birlikte gayrimemnun olan veya kendini dışlanmış hisseden kesimlerin ortak kamudan istifa edip özerkliklerini ilan etmesi mümkün hale geldi. Alternatif hakikatler, alternatif kamusal alanlar, paralel evrenler ortak hakikatin bağlayıcılığını çöpe attı.

Sırf diploma sahibi oldukları için kendilerini haklı gören kibirli elitlere karşı geliştirdikleri zekâ ve incelikten mahrum argümanlarla dalga geçilen, duyguları dikkate alınmayan “sıradan” insanların isyanlarının sözcüsü olmaya oynayan Trump’ın taktiği başarılı olmuş görünüyor. Kendilerine tepeden bakan liberallere ve solculara tepki gösteren kitleler işlerini, kimliklerini, aidiyetlerini tehdit altında görerek Trump’ın ardında saf tutuyorlar.

Bilici, “duygunun hükmettiğini” söylediği bu kitlenin hareket tarzını çok güzel ifade etmişti:

 

[Bu kitle] kendisine yabancı kalan doğrular yerine kendine ait yanlışlara sahip çıkmayı tercih ediyor. Hakikat acıttığında onu kenara koymak veya onu üzerinden çıkarıp atmak insanoğlunun kadim geleneğidir. Onlar da bunu yapıyor.

Biz de bu değerlendirmelere naçizane bir katkı sağlamaya çalışalım…

 

Hikâyeler, seyirciler, aktörler

Aslında akıl ile hislerin bir savaşına şahitlik ediyoruz.

İnsanlar/insan toplulukları duyguları ile motive ediliyor hatta daha kaba ifadesiyle "güdülüyorlar". Toplumu peşlerine takıp sürükleyebilen liderler, yeni bir hikâye yazıp, kitleleri bu hikâyeye inandırarak var oluyorlar.

İyi hikayeler, insanları “sarıp sarmalayıp” içine alan hikayeler. Bir “sanal cemaatin” has mensubu olduğunu hissetmeleri, insanların o cemaatin hikâyesine duygusal olarak daha çok yatırım yapmalarının yolunu açıyor. Liderler insanları, anlattıkları hikâyenin pasif dinleyicileri pozisyonundan sahnedeki aktörleri pozisyonuna terfi ettirerek hikâyelerinin daha da içine çekmeye çalışıyorlar.

 

İnsanları hikâyenizin “aktörü” konumuna nasıl getirirsiniz?

Aktör, hikâyeye aktif katkı sağlayan kişidir.

Bu pozisyonda olmayı arzulayan kişinin ortak hikâyeye katacak bir şeyleri olması gerekir.

Kimi yöneticilik becerileriyle, kimi aklıyla zekâsıyla, kimi emeğiyle, kimi de bilgileriyle katkı sağlar.

Image

Durkheim, bir asır evvel, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte iş bölümü ve toplumsal dayanışma modellerindeki değişimin belirleyiciliğine dikkat çekmişti.

Bugün yine aynı alanda sarsıcı değişimler yaşanıyor.

İnanılmaz teknolojik gelişmeler yeni meslekler doğururken, bazı kadim meslekler de yok oluyor.

Yeni meslekler çoğu kez nitelikli bir eğitimden geçmiş olmayı, spesifik alanlarda derin bilgi sahibi olmayı, keskin bir zekâ ile yahut çalışkanlıkla temayüz etmeyi gerektiriyor ve ne yazık ki geniş halk kitlelerini teşkil eden birçok insan bu tür niteliklere sahip değil!

Fakat istisnasız herkesin eşit seviyelerde sahip olduğu bir şey var: duygular.

Okuma yazması olmayan kişi de profesör de sinirleniyor, üzülüyor, mutlu oluyor.

Bilgisayar mühendisi de çoban da bir şeylerden şiddetle nefret edebiliyor yahut birilerine delice âşık olabiliyor.

İşte Trump gibi liderler, hikâyeye aktif şekilde katılarak aktörlük konumuna yükselmek isteyen ama ellerinde duygularından başka bir şey olmayan kimselere “Üzülmeyin. Siz de çok kıymetlisiniz. Çok bilgili ya da becerikli değilseniz ne olmuş! Sizin elinizde de son derece saygıdeğer hisleriniz var. Mesela muarızlarımıza yönelen öfke ve nefretiniz, onlardan yana duyduğunuz korkularınız ve endişeleriniz, davamıza adanmışlığınız ve sadakatiniz çok ama çok kıymetli” diyorlar.

Aklı, bilgiyi, bilimi, eğitimliliği, yüksek becerileri, liyakati ön plana alanların, bu tür kabiliyetlerden mahrum kitleleri hikayelerinin içine çekecek kuvvetli bir argümanları yok. Hatta onlara karşı saklamakta güçlük çektikleri aşağılayıcı, küçümseyici, alaycı, hafife alıcı bakışları ile bu kimseleri kendilerinden öteye itip uzaklaştırıyorlar.

Toplumun akılcılar ve duygucular olarak iki safa ayrıldığını söylemiyorum. Çünkü biliyoruz ki söz konusu olan siyaset olunca neredeyse kimsecikler tarafını aklıyla, mantığıyla seçmiyor! Yani kendilerini akıl cephesinde görenler de aslında duygularıyla yönlendiriliyorlar…

İki cephe arasında farklılaşan, sadece hikâyenin türü oluyor.

 

Havf ve Reca – Sopa ve Havuç

Akılcı liderlerin anlattığı hikayeler daha çok "ümit" kolundan akıyor, daha "iyi", daha "konforlu", daha "adaletli", daha "müreffeh" bir ideal için hissedilen "beklentiler" üzerine kuruluyor.

Çünkü kendilerinden, akıllarından, kabiliyetlerinden son derece eminler ve geleceği daha parlak kılacak adımları atabileceklerine inanıyorlar.

Rasyonalitenin pek de itibar görmediği diğer cephede hikâyeler hamasete dayalı bir heyecanla başlasalar da zaman içinde daha ziyade "korkular" üzerinden döner hale geliyorlar. Havucun yerini sopa alıyor. İnsanları makbul, arzu edilen, henüz keşfedilmemiş yeni ufuklara götürebilecek donanımlara sahip olmadıklarının farkında olan liderler genellikle, zaten şüpheyle baktıkları bir istikbali hedeflemek yerine “şanlı” maziyi yeniden canlandırmayı vaat ediyorlar ve nihayet seçmenlerini "ben olmazsam neler olur biliyor musunuz" diye o meçhul gelecekle korkutarak koltuklarını korumaya çalışıyorlar.

Yeterince etkin bir mücadele yapılamadığı için Amerika’da iki yüz otuz binden fazla insanın Covid-19’a yakalanarak can vermesi, sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin yetersizliğinin ortaya çıkması, salgının sendelettiği ekonomi, artan işsizlik gibi unsurlar Trump’a dört sene önce zafer kazandıran o pozitif “make America great again” argümanının içini boşaltmıştı.

Diğer bir tarafta, tüm dünyada olduğu gibi Amerika’da da pek yüksek vasıflar gerektirmeyen işlerde çalışan insanlar, hızla gelişen teknolojilerin işlerini tehdit ettiğini görüyorlardı. Taksi ve kamyon şoförlerini işsiz bırakacak otonom araçlar, kargoculara, postacılara ihtiyacı ortadan kaldıracak insansız hava araçları, çöpçüleri, garsonları, fabrika işçilerini işlerinden edecek robotlar, çok sayıda insanı korkutuyordu.

Sürekli kişisel verileri toplayan global ileri teknoloji firmalarının, gen haritalarımızı çıkartıp soframıza ulaşan tarım ürünlerine, gıdalarımıza akıl sır ermez müdahalelerde bulunan ilaç şirketlerinin, yine kimselerin anlamadığı algoritmalar geliştirerek zenginliklerine zenginlik katan bankaların (fintech) her şeyi belirlediği bir istikbal çok insanı tedirgin ediyordu.

Image

 

Bunları gören Trump ister istemez “havucu” bırakıp “sopaya” sarıldı.

İnsanların işlerini tehdit eden ileri teknoloji şirketlerini -kendi ülkesinde faaliyet gösteren, ekonomiye ciddi katkılar sağlayan şirketler oldukları halde- "big pharma", "big tech" vs. diye şeytanlaştırmaya kalktı.

Yıldızının bir türlü barışmadığı haber kanallarının etkisini kırmak için, “fake news” diye bir kavram üretti.  Muarızlarını kendisi ve destekçileri hakkında sürekli yalan haberler üreten karanlık odaklar olarak yaftaladı.

Rakibi olan demokratları Amerika’ya komünizm getirmeye çalışan radikal anarşistler olarak göstermeye çalıştı.

Bir siyahi vatandaşın, gündüz gözü, kameraların önünde beyaz polislerce göstere göstere katledilmesiyle başlayan “black lives matter” protestolarını devlete karşı bir kalkışma gibi yansıtmayı denedi.

Beyazların üstünlüğünü savunan, ırkçı ve paramiliter “proud boys” hareketine karşı gayet “hoşgörülü” bir tutum benimsedi. Hatta başkanlık tartışması sırasında bunları kınaması istenince bunu yapmayıp proud boys’a seslenerek “stand by” (hazırda bekleyin) diyebildi.

AB’yi, Çin'i hatta Kuzey Kore'yi, Türkiye'yi korkulacak çok güçlü düşmanlar gibi gösterip bunlarla ancak kendisinin mücadele edebileceğini ileri sürdü.

Bütün bu kitlelerin korku ve endişelerini istismar etmeye yönelik taktikler epeyce yaramakla birlikte ona seçimi kazanacak kadar oy getirmedi.

Aşk filmlerinin” (love story) neredeyse her zaman korku filmlerinden (horror story) daha iyi gişe yaptığı bir kez daha ispatlanmış oldu olmasına ama bu durum demokratlar için alarm zillerinin çalmaya başladığı gerçeğini değiştirmiyor.

Eğer dört sene sonrasında yapılacak seçimlere kadar Demokratlarca yukarda bahsettiğim halk kitlelerine yönelik anlamlı, tutarlı, onların derin endişelerini izale edebilecek argümanlar geliştirilemezse ikinci -ve bu sefer daha da kuvvetli- bir Trump hükumetinin gelmesi kaçınılmaz. Demokratlar arasında ve çeşitli entelektüel çevrelerde başlayan tartışmalar bunun gayet iyi anlaşıldığını gösteriyor.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 219 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.