İstanbul'un Fethi: Ne Tahfif Ne Takdis

09 Temmuz 2020

 

Tarihçi değilim ancak bu konuda ahkâm kesen ya da hamaset yapanlar kadar bir okumuşluğumuz vardır. Herkes bilir ki tarihin nesnel olduğu, çünkü belgelere dayandığı iddiası büyük ölçüde sadece bir iddiadan ibarettir. Kurgu ile gerçekliğin iç içe geçtiği bir alanda tartışılmaz bir gerçeklikten söz etmek oldukça zordur. Kimi zaman, çeşitli kaygılarla, “yalan” gerçeğe tercih edilmektedir. Gerekçesi de “gelecek nesilleri vatan millet aşkıyla tutuşturma, onlara şanlı bir tarihin gurunu yaşatma” savıdır. Her millet kendi tarihini yüceltebilir; ancak bu yüceltme makuliyet sınırlarını aşınca komediye dönüşme riski taşır.

Yakın tarihimize baktığımızda, örneğin Abdülhamid için hem Kızıl Sultan hem de Ulu Hakan yakıştırmalarının yapıldığına tanık oluruz. Aynı durum Mustafa Kemal, Enver Paşa vb. çok sayıda tarihsel figür için de geçerlidir. Osmanlı yönetimini sömürgeci olarak değerlendirenler de var, gittiği her yere adalet ve refah götüren bir devlet olarak görenler de. Biz okuyucu olarak birinden birini savunmak veya fanatik taraftarı olmak yerine her iki bakış açısına da imtina ile yaklaşmak durumundayız. İnanmışlar için böyle bir önerinin anlamsız olduğu ise açıktır.

Bu girişi niye mi yaptım? Geçtiğimiz haftalarda Fikir Coğrafyası’nda yayınlan İstanbul’un Fethinin Bilinmeyenleri (https://www.fikircografyasi.com/makale/istanbulun-fethinin-bilinmeyenleribaşlıklı yazıya birbirine zıt tepkiler geldi. Yorum yapanların bir kısmı “Fethi” hafife aldığımız, değersizleştirdiğimizi ileri sürerken, bir kısmı ileri sürülen görüşlere katıldığını dile getirdi. Sayfalar tutan bütün yorumları buraya almak ve her birine tek tek cevap vermek mümkün değildir; ancak metnin sonunda konuya katkı sağlayacağını düşündüğümüz birkaç yoruma, kısaltılmış olarak yer vereceğiz.  

Önceki yazıda görüşlerini özetlediğimiz Kıvılcımlı, makalesinin geri kalan kısmında fetihle ilgili şunları söyler:

Restorasyon

Fatih’i sadece İstanbul değil, diğer fetihlerinde de başarılı kılan ruh “Bizans idaresine karşı ve Bizans’a rağmen, insanlığın Bizans zamanında atmış olduğu ileri adımı geri aldırmamak, sonuç olarak bizzat Bizans’ın geliştirdiği medeniyet kazançlarını savunmaktır”.  Osmanlılık, bir taraftan çürümüş Bizans idaresi yerine göçebe demokrasisinden kalma toplumsal örgütlenmeyi ve âdil, eşitlikçi iktisadî toprak düzenini ortaya koyar. Diğer tarafta yok olma tehlikesine düşmüş medeniyeti hem iktisadî ve ticarî anarşiden hem de Moğol ve Cermenlerin yıkıcı istilâsından kurtarmaya girişmiştir.  İstanbul’un fethiyle derebeylik sona ermiş ve İmparatorluk bu toplumsal ve siyasî şartlarda kurulmuştur. Bu şartlar altında Fatih’in rolü bir kahramanlık ve tarihsel devrimciliktir.

Dünya Ticaretine Açılışı

Boğazların İtalyanlardan ve Venediklilerden kurtarılması, Boğazlar üzerine tıkayıcı ve fonksiyonsuz bir ağırlık gibi çökmüş bulunan Bizans derebeyliğinin kaldırılması demektir. Bu sayede, Boğazlar, Uzak ve Yakındoğu ile Tuna ve Akdeniz ticaretine engelsiz olarak açıldı. Bu da dünya ticareti için olumlu bir başlangıç oluşturdu.

Fetih paslanmış bir kilidi açmak olmuştur. Tuna ile Fırat-Dicle arasındaki bölge her bakımdan asayişe kavuştu. Bu gelişmeleri gören ve duyan Ada Rumları Osmanlı’yı kendileri davet etmişlerdir. Trabzon, Ermenistan, Asur ve buna komşu bölgeler tarım ve ticaret bakımından mümbit ve zengin yerlerdi. Boğaz ticaretinin Karadeniz cephesi Rumların hâkimiyetindeydi. Kral Konstantin ölümüyle önce Trabzon ve civarı, sonra da Sinop Osmanlıların eline geçti. Böylece, genel olarak İslâm-Hıristiyan, özel olarak Selçuk-Bizans karşıtlığının parçaladığı Doğu ile Batı arasındaki geleneksel ticaret kanalının Anadolu köprüsü, Osmanlı eliyle yeniden kurulmuştur. Esasen tüm Osmanlı düşüncesi hep seyahat ve ticaret edenlere kolaylık göstermek olarak özetlenebilir.

Güvenlik

Şehir ekonomik ve güvenlik nedeniyle adeta boşalmıştı. Fetihle birlikte büyük imar işlerine girişildi. Ama asıl önemlisi “yabancılara” seyahat ve iskân emniyeti sağlandı. Böylece bir zamanların “Bütün yollar Roma’ya çıkar” sözü fetihten sonra: “Bütün yollar İstanbul’a çıkar” olarak değişti. “Osmanlı ordusu, ordu değil, harikulade keskin bezirgân dişli bir yol tesviye cihazı, kadim zamanın muazzam canlı Buldozeri idi sanki”.  Osmanlıyı ekonomik anlamda güçlü kılan, Doğu ile Batı arasındaki geleneksel ticaret yollarını temizleyip korumaktan ibaretti.

Batı Medeniyetinin Doğuşuna Etkileri

İstanbul’un fethi, yalnız kadim, büyük medeniyet yollarını açıp, insanlığın eski kazançlarını geliştirmekle kalmadı, hem Doğu hem de Batı bilimi büyük ve inkâr edilmez sonuçlar doğurdu.

Ortaçağda gerek Roma, gerekse Yunan Medeniyetlerinin kültürlerinin özü o zamanki İstanbul surları içinde mahpus, Bizans mozaikleri gibi minyatürleşmiş, fosilleşmişti. Doğu Roma İmparatorluğunun dili Lâtin, ruhu Yunandı; bütün fazilet ve rezaletleriyle bir araya gelmiş iki Akdeniz medeniyetinin tam bir grekoromen alaşımıydı. İstanbul, daha beşinci yüzyıldan itibaren barbarlara karşı yükselttiği kalın surlardan oluşmuş, eski Yunan ve Roma maneviyatının özsuyunu her şeyden ve herkesten saklayan bir yapıdaydı. Eski Akdeniz, dolayısıyla da en eski Yakın Doğu ve Doğu Medeniyetlerinin, o zamana değin gelmiş geçmiş tüm medeniyetin kazanımlarını insanlığa ulaştırmak için Bizans’ın küflenmiş tunç zırhını kırmak gerekmekteydi. Fetih bu zırhı deldi.  Çünkü Ortaçağda, kapalı kutuların hep kanlı araçlarla açılması bazen adet bazen de zorunluluktu. Darbeler önce Batı Hıristiyanlarından, sonra da Doğu Müslümanlarından geldi.

İki Rönesans

Hıristiyan barbarlar, haçlı seferiyle, İstanbul’un birinci açılışını yaptı. Bu ilk Rönesans kalıcı olmadı; sadece Cenova ve Venedik gibi birkaç İtalyan kentiyle sınırlı kaldı. İkinci Rönesans İstanbul’un fethiyle başladı. Bu büyük ve köklü bir tasfiye olduğu için, Bizans’tan kopan tohumlar hemen bütün Batı Avrupa’ya saçıldı. İkinci ve asıl Rönesans’ın Osmanlılıkla ilgisini maddî ve manevî bakımdan hatırlatalım.

1.      İstanbul’un fethiyle yüzlerce yıllık kervan yollarının ve deniz ticaret yollarının emniyeti sağlandı. Bugün geri dönüp bakıldığında Fatih’in yaptıkları başlı başına bir rönesanstı.

 

2.      Osmanlılar, Akdeniz’i Batı bezirgânlığına dar getirince, “İtalyan” beldelerinin yıldızı söndü. Fakat o yıldızlardan iç ve Kuzey Avrupa’ya sıçrayan kıvılcımlar, oralarda taze insan malzemesine dayanarak ve “Estuaire” tipinde, Atlantik meddücezirleriyle [gelgitleriyle] genişlemiş, gidiş gelişe elverişli ırmak ağızları gibi coğrafî ekonomi imkânlarından faydalanarak, Akdeniz’deki benzerlerinden daha fazla gelişme yeteneği olan iktisadî ve ticarî ocakların oluşmasına vesile oldu. Avrupa Akdeniz’den geçmeyeceğini anlayınca başka yollar aramaya koyuldu. Bu zorunluluk ve imkânlar, Rönesans’tan modern Batı Medeniyetine sıçramada bir atlama tahtası işlevi gördü.

 Küllerinden Yeniden Doğmak

Akdeniz Medeniyetlerinin son sığınağı ve zamane medeniyetinin merkezi olan İstanbul’da kabuğuna çekilmiş olan Bizans, içinde  sakladığı manevî cevheri dışına yansıtamayacak kadar bitkin ve bezgindi. Bu cevherin, orada tutsak kaldıkça, başkalarına da bir hayrı dokunmayacaktı. Fetih, tarihte ilerleyici rolünü kaybetmiş olan Bizans İmparatorluğunun grekoromen kültürünü ciddi şekilde sarstı.  Varlığı “ne yerim, kime yediririm”e gelip dayanmış olan Bizans kültürü, fetihle birlikte alt üst oldu. Fetihle birlikte çok sayıda insan (Bizans) sağa sola göç etti.

Bu kendine özgü nitelikleriyle Kavimler Göçü, Cengiz ve Timur akınları önünde Rum ülkesine sığınan meşhur Müslüman “Horasan Erleri”nin göçlerine benzer.  Horasan Erleri Küçük Asya’da nasıl Selçuklu ve Osmanlı toplulukları yeni ve büyük gelişmelere kapı açtılarsa, tıpkı bunun gibi, koca Asya’nın Anadolu’dan hayli büyük “Avrupa” isimli öteki yarım adasına göçen Bizans bilginleri de gittikleri yerde kültür meşalecisi oldular. Koltuklarında bütün eski Yunan edebiyat ve felsefe ertelenmişlikleri, Roma’nın hukuk kırkambarı “Corpus Juris Civilis”leri  bulunduğu halde, diyar diyar Batı’ya açıldılar. Hıristiyanlığa iyice katılmış, Ortaçağ mayalanışının son basamağına yükselmiş, taze uluslaşmış Batı kavimlerine, Kadim Medeniyetlerin Bizans’ca kullanılamayan kültür hazinelerini getirdiler.

Manevî Etkiler

Modern Avrupa Medeniyetinin kuruluşunda, elle tutulur manevî üstyapı Rönesans kültürü ise, maddî temel, uzak beldelerle dış ticarettir. Avrupa’da, büyük sermaye ilk defa uzak beldelerle dış ticaret zorunluluğu ile kuruldu. Bu yeni kudretin, (Sermaye birikiminin) getirdiği manevî açılış: Rönesans ve bilhassa ikinci Rönesans tarafından ifade edildi. Halbuki, uzak dış ticaretin zorunluluk haline gelmesi de, ikinci Rönesans kültürünün tohumları da, Osmanlı İmparatorluğu’nun (ikinci Osmanlı saltanatının) İstanbul’u fethiyle yarattığı sonuçlardan doğmadır.

İstanbul’un Fethi, o zamanki dünya ticaretinin en kesin düğüm noktasını çözmekle, yeni bir İmparatorluk meydana getirerek olumlu sonucunu verdi. Fethin olumsuz etkileri ise, Batı’da dünya ticaretine umulmadık ve beklenmedik yollar aranması ve bulunmasını zorunlu kıldı. İstanbul’un Fethi Batı ticaretine hem en büyük darbeyi vurdu hem en büyük gelişimi sağladı.

1453’te İstanbul fethedildi. 1494’te Kolomb Amerika’yı keşfetti. Batı bezirgânlığı Akdeniz hegemonyasını kaybetmeseydi, Okyanusu denemeye kalkmazdı.

Notlar

İlk metne yapılan bazı yorumlar:

Mustafa Can “Yıpranmış, zamana ve değişime ayak diremiş, baskıcı ve acımasız yönetimler, tüm çağlarda ve her yönetim için dağılmak, parçalanmak ve yakılmak kaçınılmaz bir sondur”.

Erol Karahan “Belli ki Hikmet Kıvılcımlı’nın İslam Hukuk konusunda hiçbir bilgisi yok. İslam’da yağma ve çapulculuk yoktur. Ganimet ve yağma aynı şey değildir. İslam hukuku bilinmeden bu konular hakkında konuşmak yanıltıcı olur”

“Verilen bilgiler doğru olmakla birlikte eksik çünkü fethin sosyo-ekonomik arka planı anlamında sunulan tablo Osmanlıyla değil Süleymanşah’la başlar. Yazar odanın bir köşesine ışık tutmaya çalışmış fakat ışığın kaynağından habersiz gibi”. (Fatma Şeref Polat)

“Yazar işi hafife almış, hatta önemsizleştirmiştir” (Bekir Paksoy)

“Kıvılcımlı’nın izahları kâğıt üzerinde akılcı ve mantıklı. Ancak realite öyle değil.

Öyle olsa fakir ve zulüm altında inleyen ülke halkları, zengin ve demokrat komşu ülkelerin yönetimi altına girmek isterlerdi. İstanbul’u Türklere teslim edelim, rahat rahat yaşayalım dediklerini sanmıyorum”  (Halil Dalman)

“Sanki Bizanslılar İstanbul’u Fatihe teslim etmişler gibi algı var. Fatih'in fetih aşkı, stratejisi, inancı, mücadelesi es geçilmiş gibi. Fethi gerçekleştiren ana unsur inanç ve ruhtur (Mahmut Mülhan)

“1071 Malazgirt zaferinden 4 yıl sonra Bizans’ın burnunun dibindeki İznik’te Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasını sağlayan dinamikler fetih açısından da önemlidir. İstanbul hep fethedilmek istendi ancak fetih 1453 tarihinde Fatih’e nasip oldu. Bu sürecin teknik, askeri, iktisadi, idari, yönetim, toplumsal ve psikolojik şartları fethi hazırlamıştır.”. (Önder Gülbahar)

“Ilginç bir perspektif. Bizans çürümüş bir düzene dönüşmüş, toplumsal ve ekonomik olarak kendi halkına eziyet eder bir duruma geçmiş, yani Fatih bir bakıma halkın kurtarıcısı olmuş”  (Zehra Seçkin Ergin)

Bizden olduğunu varsaydığımız bir devlet/toplum başka bir yeri ele geçirdiğinde fetih, başkaları bizim topraklara saldırıp ele geçirdiğinde ise işgal oluyor. Sahabenin İspanya ve İstanbul gibi yerde ne işleri vardı diye hep merak etmişimdir. Sonuçta soruma makul cevap bulabilmiş değilim”. (Mustafa Atav)

 Bizim yorumumuz

Bu yazıda altı çizilen iki husus var; Osmanlıdaki fetih ruhu ve adaleti. Fethin tahfif edildiği yok. Kimse getirip anahtarı fatihe teslim etmedi tabii ki. Sonuçta 53 gün süren bir muhasara, saldırı ve püskürtme var. Bizansın kötü yönetimi ve tefessühü, Yahudilerin ve  Hıristiyanların verdikleri destekle ortaya konulmaktadır. Konya, Bursa ve Trabzon çatışma olmadan teslim alınmış mesela. Fatih, tarihin kaydettiği en iyi hükümdarlardan, İstanbul’un fethi de tarihi en önemli olaydan biridir şüphesiz.

Bir Çağ Kapanıp, Yeni Bir Çağ Açıldı mı?

Batı kaynaklarında ne böyle bir tartışma ne de yorum var. Bu bizim yakıştırmamız. Batıda ortaçağ zaten kapanıyordu.  Bunun çok önemi de yok. Ama İstanbul’un Roma/Bizans için çok önemli olduğu açıktır. Sonuçta Fatih Roma İmparatoru oldu. Bugün Türkiye’de tabu olmuş konularda Osmanlılar gayet rahattı.  Gemilerin karadan yürütülmesi çok önemli bir olay ancak bunu daha önce 1433’te Venedikliler ve ardından Vikingler yaptı. Kaldı ki bunlar bildiğimiz anlamda devasa gemiler değil. Fethi kolaylaştıran etkenlerden biri de Katoliklerle Ortodokslar arasındaki  ihtilaftır… İstanbul fethedildiğinde 15-20 bin nüfuslu küçük bir şehirdir çünkü 14. yüzyıldan itibaren şehirden büyük göçler olur.  Ayasofya sembolik olarak cami yapılır, ötekileri açık kalır. Zaten Fatih kimsenin dinine kültürüne karışmayacağını beyan eder (Doç.Dr. Emrah Safa Gürkan ve İlker Canikligil konuşmasından)

Fatih şehrin nüfusun artırmak için Anadolu’dan insan getirtir, fakat hayat şartları çok zor olduğu için bir kısmı geri döner. Şehrin kuşatması sırasında, söylendiği gibi 150-200 bin asker yoktur. İki tarafın asker sayısı 15-20 bin civarındadır (İlber Ortaylı-Halil İnalcık)

Fethe Dair Hadis Sahih mi?

Prof. İsrafil Balcı, bu hadis uydurmadır. Prof. Feridun Emecan, vardır, itiraz edenler öteki mahallenin çocukları, diyor. Fatih Çıtlak, elbette vardır ama kaynağı konusunda bir açıklama yapmaz. DİB Eski Başkanı  bu hadis Muaviyenin oğlu Yezid tarafından uydurulmuştur. Kastı da İstanbul değildir. Zaten sahih bir ravisi de yoktur…diyor. 

Kıssadan Hisse

Tarihe bakışımız da diğer bir çok konuda olduğu gibi sevgilerimiz ve nefretlerimizin dışında, tadında bir objektiflik istiyor. Fetih olayına yaklaşımımız da başlıkta ifade ettiğimiz gibi ne bir tahfif ne bir takdisle olmalı. Gerçeklerden korkmak gerçeği değiştirmez. Fetih kendi şartları içerisinde elbette büyük bir olaydır. Ama, fethin öncesi ve sonrasındaki dinamikleri de ıskalamamak şartıyla…

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 599 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.