Lüks Konut ve Konaklama Vergileri, Yahut “Şişman Kedileri Tokatlamak” Çare midir?

28 Ocak 2020

 

Hükümet yakın geçmişte lüks konutlardan ve turistik konaklamalardan daha yüksek miktarlarda vergi almaya karar verdi. Bazı başka tüketim alanları da bundan payını aldı. Velhasıl vatandaşın üzerindeki vergi yükü arttı.

Hükümet bunu neden yaptı? Herhalde yapmak zorunda kaldı. Ama neden?

Uzun lafın kısası, bütçe açık veriyor, açık giderek büyüyor, hükümetin harcayacak paraya, masraflarını finanse edeceği kaynağa ihtiyacı var. O zaman sorulması gereken bir soru da şu: Bütçe neden açık veriyor?

Devletin gelirleri giderlerini karşılamaya yetmiyor da ondan. Başka bir deyişle, kamu harcamaları kamu gelirlerini çok aşıyor da ondan. O zaman adım adım gidelim; kamunun gelir ve gider kaynaklarına bakalım.

Kamunun en önemli gelir kaynağı nedir? En sağlam, en kalıcı, en güvenilir gelir kaynağı vergilerdir. Öteki potansiyel gelir kaynaklarından hiçbiri, vergi dışı fonlar da, trafik ve usulsüzlük cezaları da, özelleştirme gelirleri de güvenilir kaynaklar değildir. Özelleştirme gelirleri sadece bir defa doğar, KİT’ler satıldığı zaman ne elde edilebilirse edilir, o kadar. Aynı KİT beş defa satılamayacağına göre, özelleştirme sürekli bir gelir kaynağı olamaz. Vatandaş trafik kurallarını ihlal etmediği veya işini düzgün yaptığı zaman trafik ve usulsüzlük cezaları da doğmayacağına göre, elde sadece tek bir sağlam, güvenilir ve sürekli gelir kaynağı kalmaktadır: Vergiler.

Peki, kamunun harcama kanalları nelerdir?

Kamunun başlıca üç harcama kanalı vardır: 1. Cari harcamalar, 2. Yatırım harcamaları, 3. Transfer harcamaları. Memur maaşları, makam araçları ve kamu binalarının giderleri, kırtasiye masrafları vs. devletin günlük rutin işlerinin yürütülebilmesi için yapılan masraflar cari harcamaların kapsamına girer. Yol, su, elektrik, köprü, baraj, hızlı tren, havalimanı, nükleer santral vb. harcamalar ise yatırım harcamalarını oluşturur. Transfer harcamaları devletten vatandaşa yapılan karşılıksız aktarımlardır. Emekli maaşları, öğrenci bursları ve yoksullara yapılan sosyal yardımların yanı sıra, bunlardan daha büyük oranda, iç ve dış borç faiz ödemelerini içerir.

Devlet mali disiplinden ne kadar uzaklaşırsa, kamu finansman açıkları ne kadar büyürse, kamu borçlanma gereği ne kadar artarsa, ekonomik ve siyasi istikrarsızlıktan kaynaklı ülke riski ne kadar büyürse, Hazine o oranda yüksek faizlerden borçlanmak zorunda kalır, bütçe üzerindeki faiz giderleri yükü artar.

Bir sonraki adımda sorulması gereken soru şudur: Bütçe açık verdiği zaman bunu kapatmanın yolları nelerdir?

Bütçe açığını kapatmanın başlıca 3 yolu vardır: 1. Para basmak, 2. Vergileri artırmak, 3. Borçlanmak. Bunların her üçü de “iki ucu pis birer değnek”tir; her birinin millete ödettiği bir bedel vardır.

Karşılıksız para basmanın kaçınılmaz sonucu enflasyondur. Enflasyonun ise bedeli ağırdır. Bunu bu ülkenin vatandaşları 40 yıldır yaşayarak görmüşlerdir. Enflasyonun vatandaşa yahut millete ödettiği bedeller saymakla bitmez: dar ve sabit gelirlilerin fakirleşmesi, işçi-işveren ve borçlu-alacaklı arasında haksız gelir ve servet transferlerine yol açması, fiyat sinyallerini bozması ve yatırımcıyı yanıltması, kaynak dağılımında etkinliği bozması, dolarizasyon (yerli paradan kaçma), ayakkabı eskitme maliyetleri (alım gücünü koruma gayretiyle banka-döviz büfesi-çarşı-ev ve işyeri arasındaki koşuşturmanın fırsat maliyeti) gibi.

İkinci yol olan vergileri artırmak, vatandaşın alım gücünü azaltır, onu fakirleştirir, talebi düşürür, ekonominin durgunlaşmasına yol açabilir.

Nihayet üçüncü yol olan borçlanmanın iki yolu vardır: İç borçlanma, dış borçlanma.

İç borçlanma piyasadaki paraya olan talebi arttıracağı, kaynakları Hazineye çekeceği ve iş dünyasına aktarılabilecek kaynakları kıtlaştıracağı için faizleri yükseltir. Faizlerin artması yatırımları caydırır. Yatırım yapmayan ekonomi büyüyemez, büyümeyen ekonomi istihdam yaratamaz. İstihdam yaratamayan ekonomide işsizlik azaltılamaz. Yine büyümeyen ekonomi yoksulluk sorunuyla başa çıkamaz; ekonomik kalkınmaya ve araştırma geliştirmeye, teknoloji üretmeye harcayacak kaynak yaratamaz.

Atalarımız “borç alan emir alır” demişler. Dış borcu kabaran bir ülkenin dış politikada manevra kabiliyeti azalır. “Elin gâvuru,” yahut daha kibar ifadesiyle yabancılar borç verirken “babalarının hayrına” vermezler; belirli şartlarla verirler. Bu da çoğu kez dış politikada ülkenin elini kolunu bağlayabilir; IMF ve Dünya Bankası yaptırımlarını sineye çekmek zorunda bırakabilir.

O halde en güzeli, yine atalarımızın tavsiyesine uymak ve “ayağını yorganına göre uzatmak”tır. Bütçe ve kamu finansman dengesi bağlamında “ayağını yorganına göre uzatma”nın anlamı, denk bütçe politikasıdır. Yani ne kadar gelirin varsa o kadar harcamak, kaynağı olmayan bir harcama yapmaya kalkışmamaktır.

Gelin görün ki, Cumhuriyet tarihi boyunca bizim hükümet bütçelerimizin fazla verdiği dönem neredeyse yok gibidir; bütçelerimiz sürekli açık vermektedir. Devletin büyümesi devlet harcamalarının da büyümesi demektir. Savaş çok masraflı bir şeydir. Siyasi istikrarsızlığın, ekonomik istikrarsızlığın, önünü görememenin, belirsizliğin ve risklerin bedeli ağırdır. Daha akıllıca bir yol, barış odaklı politikalar uygulamak, diplomasiye ve iyi komşuluk ilişkilerine önem vermek; ülke içi ve bölgesel sorunları savaşarak, tehditle, rejim değişikliği hedefleyerek, gücümüzü aşan risklerin altına girerek değil; müzakerelerle, diyalogla, diplomasiyle, açık kapı politikasıyla, karşılıklı yatırımlar ve ticaretle çözmeyi denemektir. Demokrasi ve hukuk devleti standartlarının yükseltilmesi, keyfiliklerin önüne geçilmesi, hukukun üstünlüğünün ve kanun devletinin tesisi, iç barışın ve siyasi istikrarın sağlanması öngörülebilirliği arttıracak, riskleri azaltacaktır. Risklerin azalması piyasalar üzerindeki baskı ve gerilimi azaltacak, faizler başta olmak üzere önemli makro göstergeleri olumlu etkileyecektir. Kamu harcamalarının kısılması bütçe açığını azaltacak, vergi adaletinin ve kamu mali disiplininin sağlanması denk bütçe politikalarına izin verecektir.

İş dünyasının çok para kazanan zenginleri ve patronlarıyla ilgili gerek yerli gerekse yabancı popüler kültürde oldukça abartılı bazı olumsuz tasvirler vardır. Bunlardan biri de “şişman kediler”dir. Bununla kastedilen, şirketlerin ve zenginlerin haksız kazançlarla zengin olduklarıdır. Birilerinin fakirliğinin suçlusu bunlarmış gibi düşünülür; birinin yaptığı hilekârlık tümüne maledilir. Ağır vergiler yoluyla “şişman kedileri tokatlama”nın terbiye edici bir tarafının olacağına inanılır.

Oysa başımız sıkışınca şirketleri veya bunların patronu veya ortağı olan zenginleri ağır vergilere boğmak, sanıldığının aksine, beklenen sonucu vermez, derde deva olmaz. Zira vergilerin keyfi biçimde artırılmasına bu insanların hiçbir tepki vermeyeceğini ummak safdilliktir, gerçekçi değildir. Kimse başkalarından istenmeyen bir şeyin kendisinden istenmesine tepkisiz kalmaz. Hele buna bir de haksızlığa uğrama ve “enayi yerine konulma” duygusu eşlik ederse, durum daha da berbat bir hal alır. Çalışanların çalışma şevki kırılır, iktisadi faaliyetler sönükleşir, ekonomik durgunluk görülür, buna bağlı istihdam kayıpları yaşanır; vergi kaçırma veya vergiden kaçınma eğilimi öne çıkar. Sonuçta vergi matrahı daralır, vergi kayıp ve kaçakları artar, beklenen vergi gelirleri de elde edilemez.

Bu durumun güzel bir örneği 1990’lı yılların başlarında ABD’de yaşanmıştır. Başkan George Bush “yeni vergi yok” vaadiyle işbaşına gelmesine rağmen, dünyanın jandarmalığına soyunan ABD’nin savaş-işgal-savunma masrafları yüzünden iç ve dış açıkları büyük oranda artmıştır. Açığı kapatmanın çaresi olarak zenginlerin vergilendirilmesi, özellikle lüks eşya, yatlar, hava taşıtları ve mücevheratın ekstra vergilendirilmesi öngörülmüş, böylece 31 milyar dolar ilave vergi geliri elde edilebileceği öngörülmüştür. Oysa beklenen olmamış, sadece 16 milyar dolar toplanabilmiştir. Üstelik, hikaye burada bitmemektedir. Asıl beter olanı, ekstra vergiye tabi tutulan sektörlerdeki durgunluk istihdam daralması yaratmış, işini kaybedenler için 24 milyar dolar ilave masraf yapılmak zorunda kalınmıştır. “Sağlam Kamu Politikasının Yedi İlkesi” adlı okunmaya ve ders almaya değer eserinde Lawrence Reed bu konuyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “31 hedefleyip yalnızca 16 elde etmek, bunu yapabilmek için ayrıca bir de 24 harcayıp, sonra da iyi bir şey yaptığınızı düşünmek; böyle bir şey sadece kanun koyucuların sık sık müşevviklerin önemini unuttukları Washington’da mümkün olabilir.”[1]

Benzer tuhaf durumlarla karşılaşmamak için, kamu harcamalarında ölçüyü kaçırıp bütçe açıklarını kabartınca çare olarak benzer ekstra vergilendirme ve “şişman kedileri tokatlama” yollarına başvurmadan, bu tür girişimlerin muhtemel sonuçları iyi hesap edilmelidir.

 

 

 


[1] L. Reed, “Sağlam Kamu Politikasının Yedi İlkesi,” içinde: M. Acar, İktisadın Evrensel Yasaları, Literatürk Academia, 2018, s. 243.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 276 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.