Pâyitaht

05 Nisan 2021

 

Gönlünde yer açtında mı, o gül bakışlı, nergis kokulu sevgiliyi beklersin? O sultan, sadece bomboş gönüllere konuk olur. Padişah konduğu yeri saray, bastığı toprağı payitaht yapar. Sen sen olmaktan vazgeç de o sultanın ayak bastığı toprak oluver

Virâneye konar da orası saray oluverir. Dünyanın kalbi onun okunu attığı yerdir. Onun nazar oklarına hedef olmaya bak

Gerçi avcı, kendi seçtiği ava ok atar. Avlanmak, avın şanından değildir; amma avlamak avcının nişanındadır

Ava çıkan o sultan eğer okunu sana atmazsa sen ormanda gezen, üreyip türeyip otlanan, sonra ölüp giden bir cesetten ibaret kalırsın. Onun oku seni av yapar. O yaman avcı, okunu sadece gözü sürmeli ceylana yöneltir

O baktığında sen yok ol. Yok ol ki avcının oku süveydâ-yı derûnuna nüfuz etsin ve senin kanını içten içe akıtsın

Ceylanın kalbinin kanamaya başlaması ormana düşen bir kıvılcıma benzer. Bazen kıvılcım ormanı ân-ı vâhitte yakıp kül eder, bazen de bir vakit bekler

Aynen tohumun çimlenmesi gibi ateş de içten içe yakar kavurur da bir türlü parlayıp alev almaz. Orman yanıp kömür olur da ne dumanı görünür ne çatırtısı duyulur ne de alevleri gökleri tutar

Ateş-i sûzanı hiçbir yağmur ve kar söndüremez. O içten içe yanan bir ateştir. On sekiz bin âlemi yakar, kül eder de elâlemin haberi bile olmaz

Padişah haneye indiği vakit orada yarım olan her şey tamam olur, yıkık olan ne varsa yapılır. O boyacıların şâhı senin gönül evinin içini boyamaya başlar. Nihayet içinin boyası cilalandıkça evin dışının da ışıldadığını görürsün

Lakin o boyacılar şâhının bir huyu vardır. Evin içi tamamen boş olmazsa o eve girmezler. Bununla birlikte ev ne kadar yıkık ve duvarları, çatısı ne kadar dökük olursa hazine o kadar yakındadır

Viraneyi ancak bir nefes eri tamir eder. Şeriat oğlanları ise bu yıkık duvarı niçin onarıyorsun diye itirazda bulunup durur

Oysa yetim malıdır, ona zarafetle ve lütufla davranmak icap eder. Yetimi incitmemek Tanrı buyruğudur

O halde sen gönlündeki kırıkları kendin onarma gayretini bir kenara bırak

Meryem seni kucağına aldığında konuşursun: yeni bir sayfa açılır

Sözün kendisi oldun. Yok oldun da o gül bakışlı, nergis kokuşlu seni kendisiyle doldurdu. Artık sende ondan başkası yoktur

Padişahın oğlu kızı yoktur. Sana kral veya padişahın oğlu derler. Oysa İskender’in elçisi sultandan başkası değildir

Sözün başıyla sonu bir oldu. Çünkü sen evi temizleyip boşalttın. O şehinşâh ise böyle boş gönülleri, virane evleri şenlendirir

Artık senin gönlünde ondan başkası oturmaz. Artık sende senden eser bile kalmamıştır. Artık ben, biz ve O denilmesine hacet kalmadı. Çünkü O’ndan başkası kalmadı

Avcının kalbine isabet ettirdiği ok, senin bütün kanını akıttı, sende candan bir eser dahi kalmadı

Yüreğine düşen od, seni içten içe yakıp bitirdi, öyle ki o dillere destan ormanlarından geriye rüzgârın üfleyip yok ettiği bir avuç külden başkası kalmadı

O senin doğumunda kulağına Huu derken tutuşmuştu gönlün. Bugünkü yangın o günkü üfleyişin meyvesidir

Öyle ya, neyin içinde de yokluktan başka bir şey bulunmaz. Yoksa O ruhundan ruh üfleyen nefesini zayi eder mi sandın?

Neyin dışındaki kamış gömleği, içindeki nefesi sırlamak için ehl-i zâhire perde kılınmıştır

Padişah gönlere değil, gönüllere nazar kılar. Sen gönlünü zulümden ve zulumâttan ârî tut

Lokman peygamberin oğluna öğüdünü kendi üstüne alın da şirke düşmekten sakın

Zulumât perdeleri ise dostu anmak ve çağırmak, onu her şeyden aziz tutmakla olur

Padişahın cilvelerinden birisi de budur ki, onu anmak ve onun şanını yücelemek senin yapabileceğin bir şey değildir. O seni anmadan sen onu anamazsın. O seni görmeden sen onu göremezsin. O seni sevmeden sen onu sevemezsin. O seni almadan sen ona varamazsın. O sen olmadan sen yok olamazsın

Sen yok olmadan onun varlığından dem vurman boş sözdür

Canını cânâne satmadan, âşık-ı sadık olamazsın demediler mi?

Ya cânân alırsa canını, işte o zaman başına devlet kuşu konar

Canına alıcı çıkana talihli derler

Müşterisiz meta zâyi olduğu gibi, cânânına vasıl olamayan can da canlar pazarına beyhude yere gelmiş olmaz mı?

Lakin cânâne vasıl olmak için senin yapabileceğin hiçbir şey yoktur

Bilakis senin yapmaktan ve etmekten el etek çekmekten başka yolun yoktur

Yol, önce terk etmeni ister

“Neyi mi?” dedin?

Neyi değil ki!..

Unutma ki, terk etmek dahi yolda bulunmak içindir

Yolda dura dura yolun tozu olduğunda, katreni ummana kattığında hiçbir şeyi terk etmene gerek kalmaz

Çünkü terk etmek, vârı olan için bir cilvedir

Hiçbir şeye sahip olmayan ve hiçbir şey olmayan neyi terk edecek ki!..

Terk ettiğinde değil, terk edecek hiçbir şeyin olmadığında ve sen olmadığında yol olursun

Artık sen yürümezsin, senden yürünür

Bu yolda yürüyerek menzile varılmaz

Eşikte durarak bir incir çekirdeğini doldurmayan bilgini dökmedikçe tatlı bir incir olmayı umma

Burada ne bilgi akçesi geçer ne de cehaletin züğürtlüğü

Ne hüsün ne de kubuh terazisi tartabilir yokluğu

Ahlak da, din de, şeriat da ya dünden söz açar ya da yarından

Oysa aşk yekpâre bir andan ibaret zaman dışı bir dehre, mekân dışı bir şehre mensuptur

O ne metreyle ölçülebilir ne de okka ile tartılabilir

Yoktan başka hiçbir şey yoktur

Varlık çoktur, yokluk yoktur

Yokluk bazen varlığın içinde sırlanır

Varlık dahi bazen yokluğun renginde görünür

İkilik bazen teklikte, teklik de ikilikte gizlenir

Senin ikiyi bir görmen de, biri iki görmen de senden değildir

Sâki sana hangi şarabı sunarsa sen ondan içersin

Aynı akşam, aynı mecliste iki kişiye aynı şaraptan sunmaz

Kimi şarap ister de ona su verir

Kiminin ciğeri su diye yanar; lakin o işvebâz bunun kadehini de şarapla doldurur

Önemli olan meyhanede sabahlamak değil mi?

Önemli olan sâkinin bir gamzesine rast gelmek değil mi?

Sen kadehinle birlikte testini de boş götür meyhaneye

Önemli olan mescit ile medreseyi yıkmak ve yakmak

Sonra da küllerinden bir panteon inşa etmek değil mi?

Önemli olan Halil’e dost, Musa’ya ateş, İsa’ya Meryem olmak değil mi?

Kâbe’deki son putu kırmak için sidre-i müntehayı geçmek

İki kaşın arasından şerâb-ı kevseri içmek değil mi?

Payitaht, sultanın kadem bastığı gönül değil mi?

O halde gönlünü alçalt

Şeriat secdeyi Tanrı’ya yaklaşmak için emreder

Sen secde et, kendine yaklaş

Toprağa ne kadar yakın olabilirsen öyle ol

Çünkü topraktan geldiğin gibi, gideceğin yer de topraktır

Ruhun ise ne semavâta aittir, ne de yeryüzüne

O semaları da yerleri de bir arada tutan nefestir

Ruh ondandır, bedenin ise onun toprağından

Ya sen kimsin?

Var eden, yok eden O

Sen varlık veya yokluk davasında bulunabilir misin?

O halde var olma sevdasından da geç, yok olma davasından da

Yok oldum diyorsun. Ya sen ne vakit var idin?

Var oldum diyorsun. Ne zaman yok olmuştu ki?

Bir deniz, deniz olduğunu bilmez, sadece olur

Bir ceylan, ceylan olduğunu bilmez, sadece olur

Sadece âdemdir ruh üflenen

Padişahın nağmesini dinleriz inleyen neyden

O kuş uçar gider, insan kalır hâmûş

Nefha-i ilahi kesiliverse, ney kalır kamış

Topraktan gelen, toprağa döner

İnna lillah, ve inna ileyhi râciûn

Biz ondan geldik, ona dönüp durmadayız

Fâtihâ pervanedir şem’ine yârin

Hem yanalım, hem dönelim, aşkına evvel yanan sevgililerin

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 762 kez görüntülendi. 7 yorum yapıldı.