Akdeniz ve Ortadoğu'yu Etiyopya'dan Okumak

31 Ocak 2021

 

Herhangi bir ülke veya bölge politikaları üzerinde analizler yapılırken, genelde ilgili ülkeler ve hamilerini temel alınarak okumalar yaparız. Yanlış bir tarz olmamakla birlikte, uluslararası politikayı anlayabilme kapasitemiz, birbirinden farklı yapıları birbirleriyle entegre edilebilme yeteneğimizle doğru orantılıdır. Bu da doğal olarak odaklandığımız noktanın çok daha ötesindeki bölgeleri anlamayı ve her birini o odak noktasına bağlayabilmeyi beraberinde getirir.

Bu itibarla Akdeniz ve Ortadoğu gibi bütün yolların kesiştiği bir coğrafyanın anlaşılması, doğal olarak buraya bağlanan yolların anlaşılması demektir. Yani Avrupa’nın, Balkanların, Kafkasların, Asya’nın ve Güney Doğu Asya’nın bilinmesinden bahsediyoruz. Bu zamana kadar belki de çok fazla önemsenmemekle birlikte esasında Ortadoğu ve Akdeniz için kilit noktaların başında Afrika gelmektedir. Zira bu geçiş bölgesinin transit ulaşım hatları Afrika kıyılardan geçmektedir. Bütün Kuzey Afrika’dan Somali’ye kadar olan Akdeniz ve Kızıldeniz kıyı bölgesi, ana ve alt coğrafyaların kırılma noktasıdır.

Liman ve boğaz savaşları yüzlerce yıldır hızından hiçbir şey kaybetmeden devam ediyor. Akdeniz ve Kızıldeniz üzerindeki liman, ada ve boğazlara hâkimiyet mücadelesi Akdeniz ve Ortadoğu’nun kaderini belirleyecektir. Her ne kadar fosil yakıtlar üzerinden bir analiz gerçekleştiriliyor olsa da bahsedilen coğrafi bölgelerin bunun çok ötesinde stratejik ve dini mitolojik değerlerinin olduğunu bugün daha net bir şekilde görmeye başladık.

Fernand Braudel Akdeniz’in Akdenizlilere bırakılamayacak kadar kıymetli olduğunu söyler. Sanırım buna bir de Kızıldeniz’i eklemek lazım. Cebelitarık’tan Bab el Mandeb’e kadar yaklaşık 6.500 km’lik sahil şeridi üzerinde, İngiltere, ABD, İsrail, Çin ve Fransa’nın amansız mücadelesini görmekteyiz. ABD destekli İsrail Fas anlaşması sadece Cebelitarık üzerinde değil, aynı zamanda Somaliland ve Sudan üzerindeki pazarlıklara kadar çok geniş bir yelpazede kullanılacaktır. Diğer taraftan bu anlaşmadan ziyadesiyle rahatsızlık duyan bir ülke, Cezayir ile işbirliği içinde Filistin üzerinden İsrail’e cevap verme yeteneğine sahip olacaktır.  

Görüldüğü gibi çok farklı bir bölgede yapılan diplomatik bir atak, o ülkeye daha farklı bir coğrafyada kazanım sağlayabilmektedir. Bu nedenle, ülkeler kendileri için önem atfettiğini düşündüğü alanların çevresinde etkinlik kazanmak için girişimlerde bulunmalıdır. Bu etkinlik halkasını olabildiğince genişleten ülke, diplomaside masaya en rahat oturacak ülkedir. Lakin burada önemli olan, merkezi temel alan çevresel politikaların birbiriyle bağlantısını aklıselim bir şekilde kurabilmektir. Bu durum bazen birbiriyle çelişen politik söylemleri ortaya çıkarsa da amacın ne olduğu herkes tarafından gayet net bilinir. Örneğin Türkiye Doğu Akdeniz politikalarında Mısır ile karşı karşıya gelmektedir.  Ancak bu, iki ülkenin Afrika Boynuzu’nda ortak bir politik söylem gerçekleştirmesine hiçbir zaman engel değildir.

Bu kapsamda bir örnek olay olması hasebiyle, Akdeniz ve Ortadoğu’nun birincil etkinlik halkası olarak değerlendirdiğim Afrika Boynuzu özelinde, Etiyopya’ya değinmekte fayda görüyorum. Etiyopya bulunduğu bölge itibariyle bütün Afrika Boynuzu’na hâkim bir ülkedir. Etnik ve dini hassasiyetleri de dikkate aldığımızda Etiyopya, her ne kadar denize kıyısı olmasa da etrafındaki bütün ülkeleri fiziki olarak birbirine bağlayan kilit ülke konumundadır.

Etiyopya 2011 yılında başladığı Büyük Etiyopya Rönesans Barajı (GERD) ile sadece kendi bölgesinde değil, bütün Nil havzasında etkin bir güç haline geldi. Dünyanın en büyük barajlarından birisi olan GERD, Sudan ve Mısır’ın hali hazırda Nil’den aldıkları suyu doğal olarak Etiyopya tarafından kontrol edilebilir hale getirecektir. Bugün içme suyundan tarımsal sulamaya kadar neredeyse bütün su ihtiyacını Nil’den karşılayan Mısır, GERD’in su tutmaya başlamasıyla birlikte çok ciddi bir sorunla karşı karşıya kalacaktır. Etiyopya’nın Temmuz 2020’de tek taraflı olarak su tutma kararı alması üzerine Mısır ve Sudan ABD’nin desteği ile üçlü görüşmeleri başlattı. Ne yazık ki 10 Ocak’ta yapılan son toplantıda da bir sonuç elde edilemedi. Etiyopya üç yılda barajı doldurmak istiyor, lakin Mısır bu süre zarfında bütün yaşamsal kaynaklarını kaybedeceği için barajın 15 yılda doldurulmasını talep ediyor.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın en kritik ve güçlü ülkelerinden birisi olan Mısır, belki de tarihi boyunca ilk defa bu kadar öngörülemez bir gerekçe ile kendini köşeye sıkışmış hissediyor. Barajın su tutmaya başlamasıyla birlikte Mısır’da hayat hemen her alanda sıkıntıya girecek. Mısır ve Sudan’ın Etiyopya’ya bu denli bağımlı kalması doğal olarak bölgedeki bütün dengelerin yeniden oluşmasına neden olacaktır. Mısır’ın maruz kalacağı her sorun ise doğrudan Akdeniz ve Ortadoğu politikalarına sirayet edecektir. Suriye’den Kıbrıs’a, deniz yetki alanlarından Libya’ya birçok sorun belki de bu baraj üzerinden yönetilmeye başlanacak.

Etiyopya’nın 5 milyar dolarlık barajı bölge güç dengelerinde ne gariptir ki Arapların sahip olduğu devasa petrol kaynaklarından çok daha kıymetli hale geldi. Baraj sadece Mısır ve Sudan’ı değil havzadaki on bir ülkeyi de yakından ilgilendirmektedir. Stratejik dengelerin tamamen değişeceğinin farkında olan Trump, Etiyopya’nın başına buyruk hareket etmesi durumunda barajı havaya uçuracağı tehdidinde bulunmuştu. Etiyopya şu an Tigray krizini bir şekilde çözmeyi başarır ve baraja su toplayabilirse, doğal olarak Eritre, Somali ve Cibuti üzerinde de siyasi bir etki kurabilecek potansiyele sahip olacaktır.

Mısır hali hazırda yıllık 55 milyar metreküplük su kullanım hakkından taviz vermek zorunda kalırsa, ülkede çok ciddi siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlar birbiri ardına gelmeye başlayacaktır. Mısır’ın, ortaya çıkabilecek hiçbir sorunu, kendi başına çözme yeteneği ve ihtimali olmadığını kendisi de yakinen bilmektedir. Bu nedenle İngiltere ile 1929 yılında yaptığı anlaşmadaki “tarihi ve doğal” haklarına gönderme yaparak, uluslararası camianın bu konudaki desteğini beklemektedir.

Belki burada cevaplanması gereken soru şu olmalıdır. Mısır hali hazırda Batı yanlısı bir politik söylem içindeyken, Etiyopya’nın böylesi bir barajı inşa etmesine neden müsaade edildi? Etiyopya Başbakanı Muhammed Abiy’e neden Nobel Barış Ödülü verildi? Demek ki Batı hiçbir ülkeye gereğinden fazla ehemmiyet vermiyor ve her bir ülke, kişi ve yapının alternatifini oluşturmaktan da imtina etmiyor. Etiyopya ve Mısırı eş zamanlı yönetebilme kabiliyeti, bunu gerçekleştirebilecek ülkeye devasa bir alanda söz sahibi olma hakkını da vermiş olacak.

Tabloya bu şekilde baktığımızda Batı, Afrika Boynuzu’nu Ortadoğu’nun bir parçası haline getirme arzusundadır. Doğal olarak Mısır bu süreçte sahip olduğu kıymeti Etiyopya ile paylaşmak zorunda kalacaktır. Bu dönemde üzerinde çalışılan tek şey bu güç paylaşımının kabul edilebilir ve sürdürülebilir hale getirilmesidir. Statik olarak birbiriyle çalışan iki yapı arasında denge sağlanıncaya kadar bölgedeki uzlaşmazlıklar devam edecektir. Ortak bir uzlaşı noktası için Mısır Nil’den mahrumiyetle,  Etiyopya ise Tigray kriziyle tehdit edilmektedir. Bölgesel ve küresel dengelerin ihtiyacı doğrultusunda bir uzlaşma muhtemelen yakın bir gelecekte sağlanacaktır. Bu durumda Etiyopya artık sadece Afrika’nın değil aynı zamanda geniş Ortadoğu’nun doğal parçası olacaktır.

Cebelitarık, Süveyş Kanalı ve İstanbul Boğazı’nın birlikte anıldığı sistemde Türkiye doğal olarak bütün bu gelişmelerin odağındaki ülkelerden birisidir. İngiltere her ne kadar Cebelitarık’tan Somali’ye kadarki alanda, tarihi ve doğal haklara sahip olma duygusuyla sessiz ve sakin bir politika izlese de Türkiye’nin coğrafyada bu hakların ötesinde çok sağlam bir toplumsal tabana sahip olduğunu unutmamak lazım.

Türkiye hali hazırda Etiyopya’da tarihsel bağlarını canlandıracak çok önemli projelere imza atmaktadır. Mekele’deki Necaşi Türbesi, Harar’daki son Osmanlı Konsolosluk binalarının restorasyonu yapılmıştır.  Harar Emirleriyle 16. Yüzyılda başlayan ilişkiler 1875 yılında Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın bölgeye girmesiyle yeni bir boyuta kavuştu. 20. yüzyılın başlarında Harar’da yapılan konsolosluk binası ise Etiyopya ile diplomatik ilişkilerimizin asırlık nişanesi olarak sapasağlam ayakta durmaktadır. Kaldı ki Harar’da halen yaşayan Türk soyluların olduğunu da unutmamak gerekiyor. Eritre, Somali, Sudan ve Cibuti’deki bu tarihi ve toplumsal tabanı anlatmak için ciltlerce kitap yazmak lazım. Sevakin adasıyla ilgili Osmanlı arşivlerinde yapılan bir çalışmada 4 bin adet belge bulundu. Bir uçtan bir uca 400 metre uzunluğu olan bir adaya ilişkin bu kadar yoğun bir bilgiye sahip olan bir ülkenin, bütün coğrafyanın aklı, hafızası ve ruhu olduğu hatırlanmalıdır. Türkiye tarihsel birikimiyle tartışmasız geniş Ortadoğu’nun en güçlü ülkelerinden birisidir. Bu nedenle Akdeniz ve Ortadoğu merkezli sorunların çözümünde veya diplomatik görüşmelerinde bütün coğrafyayı en iyi şekilde birbiriyle ilişkilendirebilecek güce de sahiptir.

Sonuç olarak, küçülen dünyada farklı adlarla tanımlanan alt bölgeler her geçen gün birbiriyle daha fazla kaynaşmaya ve birleşmeye başladı. Sorunlar artık çıktığı merkezlerin çok uzağındaki diplomasi masalarında çözülmeye çalışılıyor. Diğer taraftan başta Etiyopya olmak üzere zamanla bir kısım Afrika ülkesi Ortadoğu’nun bir parçası haline geldi. Özellikle fosil yakıt merkezli politikaların gelecek projeksiyonları netleştikçe Ortadoğu’daki güç dengesi daha net bir şekilde Afrika’ya doğru kayacaktır. Bazı ülkelerin buna ilişkin politik yönelimlerini uzun zaman önce oluşturduğunu görmekteyiz. İşin aslına bakarsanız Arap Baharı da bu paylaşım kavgasının demokratik görünümlü yansımasıdır. Bahar devam ettikçe kavga da devam edecektir.

Akdeniz ve Kızıldeniz bağlantılı ticaret hatlarında Afrika daha kıymetli hale geldi. Dinsel mitolojik değerler bağlamında ise Mezopotamya kıymetinden hiçbir şey kaybetmeyecektir.

 

ERHAN

Dış politika , Jeopolitik konum , Stratejik liman ve Ticaret Yolları nın kontrol altına alınması için verilen soft /hard güç mücadelesi açısından önemli bilgiler içeren bir makale.
Ali beye teşekkür ederiz.
Kısa bir süre önce Nijerya açıklarında saldırıya uğrayan Ticari Gemimiz söz konusu mücadelenin şahit olduğumuz en son örneğidir. Saldırının 23 Ocak 2021 tarihinde ,İstanbul Tersane Komutanlığında, MİLGEM Projesinin 5'inci gemisi olan İstanbul (F-515) Fırkateyni'nin Denize İndirilmesinden hemen sonra olmasının tesadüf olmadığı çok açıktır.
Ayrıca BAE 'nin Afrika ve Ortadoğu da Limanlara hakim olmak için her yolu denediği bilinen bir gerçektir.

Pa, 01/31/2021 - 23:26 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 219 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.