Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulları Üzerine

04 Aralık 2020

 

Kuran’ı Kerim’de Allah “Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et (3/159).” diyerek,  Hz. Peygamber ise  Muaz bin Cebel’e “Sakın iyice bilmedikçe hüküm verme! Sana müşkül, karmaşık gelen işi ehline sor, danış, utanma! En sonra içtihat et! Muhakkak ki, Allah, doğruluğuna göre seni muvaffak kılar.” nasihatinde bulunarak meşveretin önemli olduğunu beyan eder. Siyasetnameler ve nasihatnamelerde de devlet adamlarına etrafında akıllı adamları bulundurması tavsiye edilir. Nitekim Şirazi, “Hükümdar’a Öğütler” kitabında devlet adamlarına “Tamahlardan uzak duran, mirasa sahip çıkan, akıllı, iffetli, iyi ve tecrübeli kişileri etrafında toplaması” gerektiği tembihinde bulunur (Şirazi, 2016: 46).

Ayrıca Yusuf Has Hacip, Nizamülmülk, Koçi Bey ve Defter Sarı Mehmet Paşa gibi düşünürler, devlet işlerinin gereği gibi yerine getirilebilmesi için devlet adamlarının yönettikleri kişilerle görüşüp bir mevzuyu ilgili kişilerle tartışıp onlara fikir danışmalarını, bu amaçla da belli aralıklarla toplantılar düzenlemeleri gerektiğini ifade eder. Nizamülmülk'e göre padişah; önemli olan mevzuları bilginler ve dostları ile görüşüp onlara danışmalıdır aksi davranan liderler bencil ve zayıftırlar. Doğruya ulaşmak için uzmanların bildiklerini söyleyerek görüşlerini açıklamaları, her alimin diğerlerine zıt da olsa kendi fikrini ortaya koyması gerekir (Ergan, 99: 37-38). Osman Gazi de oğlu Orhan Gazi’ye “Ve dahi bir nasihatim budur ki, bir kimse sana Hak teâlâ buyurmaduğı sözleri işrâb itse, sen kabul itmiyesin. Tanrı buyrugından gayri iş  işlemiyesin. Bilmedüğini ‘ulemâ-i  şeri'atden sorub istifsâr idesin. Tahkik bilmeyince, bir işe mübaşir olmıyasın.” nasihatinde bulunur (Neşri, 1949: 145). Yöneticiye; alimlere danışmasını, bilmeden iş yapmamasını ve ulemaya riayet ettiğinde devlet işlerinin düzene gireceği konusunda nasihatte bulunur.

Devlet adamlarının, bilgin ve tecrübesi olan ehil insanlardan olanlara danışması yalnızca İslam-Doğu kültüründe değil batılı siyasetnamelerde de mevcuttur. Örnek olarak Machiavelli “Hükümdar, sağlam ve güçlü bir teşkilat meydana getirmelidir. Bakanlarını titizlikle seçmeli, onları kendisine bağlamak için gerekirse her yola başvurmalıdır. Buna karşılık, dalkavuk ve akılsız adamlardan uzak durmalıdır. Müşâvirlerine fikir danışmalı, ancak bunu kendi istediği zaman yapmalıdır ki iyi fikirler de kendi aklından doğmuş olsun.” (Akt. Ekinci, 1996: 5) diyerek danışılacak kişilerin dalkavuk olmasından daha çok yöneticinin düşünmediğini düşünen kişilerden olması gerektiğini ifade eder. Nitekim büyük medeniyet ve devlet örnekleri olan Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde danışma meclislerinin varlığı söz konusudur.

Büyük devletlerin inşa olması ve gelişim sürecinde ümera-ulema ilişkisi kadim bir hakikattir. Nitekim tarihte İskender-Aristoteles, Melikşah-Gazali, Halife Memun-Harezm-i ve Ben’i Musa, Cengiz Han-Nasirüddin Tusi, Fatih-Akşemsettin, Büyük Friedrich-Kant, XIV Louis-Descartes, H. Kohl-J. Habermas, T. Blair-A. Giddens, Putin-A. Dugin birliktelikleri devlet adamı ve danışma kurulu veya kişiler bu durumun göstergesidir.

Tüm bunlardan hareketle devlet adamı ve danışma-n-lar arasındaki ilişki insanlığın kadim zamanlardan beri yaşadığı bir gerçekliktir. Modern dönemlerde de devlet adamlarının başvurduğu önemli idare vasıtalarından biridir. Nitekim A.B.D.’de H. Kissenger, Z. Brzezinski, J. Wehner, Rusya’d A. Dugin, Almanya’da J. Habermas ve İngiltere’de A. Giddens gibi isimlerin varlığı modern siyasette danışmanların varlığını göstermektedir. Ülkemizde yeni devletin kurucusu olan Mustafa Kemal de; Falih Rıfkı Atay, Afet İnan, Ahmet Emin Yalman, M. Emin Yurdakul, Ali Fuat Cebesoy, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Ali Canip Yöntem gibi yazar ve düşünürleri sofrası etrafında toplamış ve onlarla görüş alış verişinde bulunmuştur. Tabii ki burada bulanacak olan zevatın kimlerden olacağı ve mevcut yeni sistem ve değerlerine uymasına/itaat etmesine dikkat edilmiştir.

16 yıldır ülke yönetiminde “Başbakan” ve “Cumhurbaşkanı” sıfatlarıyla bulunan R.T. Erdoğan söz konusu bu sofraları yeniden ihya etmiş ve uygun gördüğü zevatı davet etmiş, görüş alış-verişinde bulunmuştur. Fakat bunu yeterli bulmamış, bu sofraları son kurumsallaştırma gereği duymuştur. Geçtiğimiz ayda yeni sistemin omurgası olacağı düşünülen “Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulları” oluşturulmuş ve açıklanmıştır. 9 kuruldan ve toplamda 76 kişiden oluşan bu kurullar şunlardır; Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu, Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu, Ekonomi Politikaları Kurulu, Güvenlik ve Dış Politikalar Kurul, Hukuk Politikaları Kurulu, Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu, Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu, Sosyal Politikalar Kurulu, Yerel Yönetim Politikaları Kurulu…

Bu kurulların misyon ve vazifeleri kısaca şunlardır: Bu kurullar; Cumhurbaşkanınca alınacak kararlara öneride bulunacak, Devlet kurumları, STK’lar ve sektör temsilcileri ile istişarede bulunup söz konusu mevzu ile alakalı rapor hazırlayacak, bakanlık ve kurumların uygulamaları hakkında rapor hazırlayacaklar. Ayrıca kurullar çalışma grupları oluşturabilecek ve kurullarda görev alacak kadro ihdas edebilecekler ve masrafları ise Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığınca ödenecek.    

İçinde eski vekil olan Burhan Kuzu’dan Teoman Duralı’ya, Orhan Gencebay’dan Alev Alatlı’ya, Mehmet Ali Yalçındağ’dan Murat Bardakçı’ya kadar farklı meslekten olan kişileri toplamış olan bir kurul inşa edilmiştir. Kurulun en çok eleştirilmesi gereken yönü; içinde iktidarla aynı ses çıkaranlar ve bunun ötesinde eleştiride bulunmayı “zül” olarak gören fertlerden oluşmasıdır. Oysa bu tür kurullarda farklı düşünceye ve eleştirel yaklaşıma sahip olan fertlerin bulunması enerjiye yol açacağı gibi doğru işlerin de yapılmasını sağlayabilirdi. Diğer bir zaafı ise bu kurulların birkaç kişinin tercihi veya önerisi ile oluşturulmasıydı. Oysa yapılması gereken bu amatörce olan ve iltimas içeren yöntemden daha çok çalışma alanlarının belirlenip bu alanda yetkin olan kişilerin tespitine yönelik usul geliştirmek olmalıydı.

Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında popüler olmayan ama ciddi çalışmaları bulunan akademisyen-bilim adamı, siyasetçi ve düşünürler bulunmaktadır. Bu kişiler bu kurullara davet edilebilirdi. Örneğin Drexel Üniversitesi Sağlık Sistemleri kurucu dekanı biyo-medikal mühendis Banu Onaral, Cambridge Üniversitesi Fizik Profesörü Mete Atatüre, Essec Üniversitesi Ticaret Fakültesinin Dekanı Prof. Dr. Mehmet Demirbağ İstinye Üniversitesi’nden Prof. Dr. Çetin Kaya Koç vb. kişiler olabilirdi. Türkiye’den ise muhalif olduğu düşünülen kişiler olan Prof. Dr. Mete Tuncay, Prof. Dr. Soli Özel ve Ömer Laçiner gibi isimlerin dışında memleketin gençlik, dil, kültür ve medeniyet sorunlarını edinmiş olan İbrahim Tenekeci, Lütfi Bergen ve Yusuf Kaplan gibi isimler de bulunabilirdi. Yalnızca bu isimler değil bunların dışında memleketin asıl sorunlarına sadra şifa olacak daha bir çok isim bulunabilir.

Asıl mesele; politika kurullarına seçilmiş isimlerin kim olduğu ve bu kişilerin niteliğine-niteliksizliğine dair mesele değildir. Bu politika kurullarında bulunan çoğu zevatın profilinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli vurguladığı 2023 ve 2071 vizyonuna (vizyon kelimesi, medeniyet dil ruhumuza uygun olmayan uyduruk bir kelime olsa da) hitap eden bir topluluk profiline sahip olmadığı söylenebilir. Ayrıca kurulların isimleri isabetli olsa da memleketin asıl sorunlarının ne olduğu iyi tespit edilemediğinden kurullarda bulunan kişilerin asıl sorunlarımıza sadra şifa olmayacağı aşikardır. Açık konuşmak gerekir ki siyasi olarak tasfiyeye uğramış olan Burhan Kuzu veya O. Gencebay ve H. Koçyiğit bu ülkenin hangi sorununu çözecek ve ülkenin gelecek tasavvuruna hangi katkıda bulunacaktır? Bu kurulun çoğu üyeleri; “takdir ve tensipleriyle” gibi (imajinatif kelimelere dönen) ifadeler içeren dışında şimdiye kadar bir mesaj veya bir tasarım ortaya koymadılar.

Ayrıca bu ülkede Cumhurbaşkanlığına bağlı o kadar çok sayıda müşavir (eski başbakanlık müşavirleri) ve danışman kadrosu var ki öncelikle bu kadroların kimlerden oluştuğu, neliği ve bu kadroların ihdasına neden ihtiyaç duyulduğu üzerinde durulmalıdır. Eğer bu danışmanlar ve müşavirler cumhurbaşkanını ve ülke kurumlarını bilgilendirmek gibi vazifesi varsa bu konuda üzerine düşen vazifeleri yapmadıkları aşikardır. Nitekim dershaneleri kapatmak için uluslararası bir şebeke olan FETÖ ile mücadele eden Cumhurbaşkanı’nın dershanelerin hala kapatılmadığını Şehit Ömer Halis Demir’in oğlu ile bir buluşmasında şehit oğlunun “dershaneden geliyorum” demesi ile tesadüfen öğrenmiş olması bu müşavir ve danışmanların ne işe yaradığını sorgulatacak tarzdadır.

Ayrıca kurulda olan üyelerin bir çoğunun yolunun FETÖ medyasından ve toplantılarından geçmesi ise ayrı bir tartışma konusudur. Bu kurulda olanlardan biri Todays Zaman’ın hızlı iktidar düşmanı olduğu zamanlarda yazılar yazmış ve bu şebekenin neredeyse her organizasyonunda bulunması söz konusudur. Ki böyle bir şeyi başkasının yapması o kişinin kamudan ihraç olmasına yol açabilirdi. Ayrıca kamu oyunda kurul üyelerinin alacağı maaşların tartışma konusu haline getirilmesi anlamlı değildir. Bu mesele iki açıdan anlam taşımamaktadır. 1. Bu kurulda bulunan kişilerin çoğunun buradan gelecek paraya ihtiyaç duymayacak durumda olması. 2. Büyük devletler, kendini büyütecek ve geliştirecek ciddi oluşumlar için küçük ekonomik rakamlarla uğraşmaz.        

Kurulda bulunmaması gerekenleri isim isim saymaya gerek yok ama birkaç isim hariç çoğu isim için şu soru rahatlıkla sorulabilir. “Bu ismin burada ne işi var?” Bu isimlerin seçilmesinde birilerin ve  bir lobinin etkin olduğu aşikar. Nitekim iktidarın şimdiye kadar yapmış olduğu siyaset tarzında bu tür bir yapılanma olduğunu kimse inkar edemez. Çoğu atama ve vazifelendirmelerde olduğu gibi “ehliyet-liyakat” vurgusuna rağmen bu kurulların oluşturulmasında çok da ehliyet liyakatin gözetildiği söylenemez. Kaldı ki bu kişiler şimdiye kadar neyi araştıracaklarını, hazırlayacaklarını ve önereceklerine dair hiçbir açıklama ve tasavvur üretmiş değil. Zannedilirse bu kurulda vazife icra edecekler için bu kurulun vazifeleri “bir ek iş” halini alacak gibi görünüyor. Oysa bu kurullar, konumları itibariyle ülkenin idaresine ve ileride belirlenecek devlet ufkuna ciddi katkılar sağlayabilirler.

Ayrıca “Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulları”nın yaş ortalamasının 50 yaş üzerinde olması sürekli gençlik vurgusu yapıldığı bir dönemde çok anlaşılabilecek bir durum değildir. Yurtdışında ve yurt içinde yetişmiş onca gence rağmen bu kurullarda bir tane gencin bulunmaması yanında vekil yapılan gençlerin niteliği ve yetişmişliği de ayrı bir tartışma konusudur. Ayrıca bu kurulların gelecek tasavvuruna yönelik insan yetiştirme amacı taşıdığı da iddia edilemez. Asırlardır olup bitenlerin Ortadoğu’da olmasına rağmen bu kurulların içinde Ortadoğu’ya yönelik ciddi uzmanlık bilgisi olan bir kurul üyesinin dahi olmaması tasavvur eksikliğinin açık göstergesidir. Bu kurulların üyelerinin çoğu akademisyen kökenli olmalarına karşın bu kurulların üniversitelerde bulunan enstitü, fakülte,  bölüm ve araştırma merkezleri ile koordineli hareket etme gibi bir amacı dolayısıyla donanımlı fertler yetiştirme amacı taşımamaktadır. Suriye sorununun nasıl aşılabileceğine dair görüş alış verişinde bulunulabilecek bir uzman olmadığı söylenebilir. Başta Suriye olmak üzere Irak, Afganistan ve Pakistan’dan gelen göçlerin idare edilmesi ve ülkede meydana getirmiş olduğu sorunların hükümet tarafından nasıl açılacağına dair yetisi olan politika kurulu ve yetisi olan şahıslar bulunmamaktadır. Oysa bu durum ciddi çözümler gerektiren bir sorundur. Yine hususiyetle Balkanlar, Asya, Afrika coğrafyalarına dair ciddi uzmanlığı ve akademik bilgisi olmayan dış politika kurulunun neliği ciddi tartışmaya açıktır.

Bu kurulların inşa edilmesi için belli bir süre gerekti. ‘Dem’siz yani süresiz olan bu kurulun “ham” olması doğaldır. Oysa bu kurullar oluşturulurken “yaptık, çattık oldu bitti” meselesi haline getirilmemeliydi. Her kurulu alt bir kurula ayırıp her kurulun içindeki alt kuruldaki söz konusu alanında uzman olan kişiler bu kurullardan sorumlu haline getirilmeliydi. Bu kişilerin yapacağı çalışmaların ne olduğu dikkate alınarak kurullar yapacağı işlerle ve kişilerle ilan edilebilirdi. Nitekim söz konusu kurulların içeriğine, yöntemleri ve hedeflerine ve bünyesinde bulunanlara kişilere bakıldığında bu kurullar “öylesine” oluşturulmuş sembolik bir konuma sahip bulunmaktadır. Oysa koca bir devletin imkanları açısından kurulun niteliği ve programı böyle olmamalıydı. Kurulların yeniden inşa edilmesi olabilir mi bu da mümkün görünmemektedir. Çünkü çıkarıldığında kırılacak “çok saygın” isimlerin varlığı söz konusu... Neticede bu kurullar başka şekilde inşa olunabilirdi ama olmamış.   

 

Not: Bu yazı 2018-Ekim ayında yazılmıştır…

 

Kaynaklar

Ekinci, Ekrem Buğra (1996). M. Ü. Hukuk Araştırmaları Dergisi 10, (1-3), ss. 213- 252.

Ergan, Nevin Güngör (1999). Siyasetnamelerimizde Çizilen “Devlet Adamı” Portresinin Temel Özellikleri, Bilig Dergisi, Kış, ss. 27-45.

Neşri, Mehmed, (1949), Kitâb-ı Cihânnüma, yay. F. R. Unat-M.A. Köymen, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Şirazi, Sadi. (2016). Hükümdarlara Öğütler, Çev. Turgay Şafak, İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları.

 

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 437 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.