Cumhur’un Anlamı ve Halk Yönetimi Üzerine Değiniler

19 Mayıs 2020

 

Bıkmadan ve Usanmadan Tekrar Tekrar

Bu yazı, facebook’daki paylaşımlardan derlenmiş değinilerden oluşuyor.

En alttaki en eski paylaşımda, 1 Kasım 2015 seçimlerinden bir gün önce yazdıklarımı bulacaksınız. Bu paylaşımda yazdıklarımı, 2016'da 15-17 Temmuz Darbe Girişimi’nin hemen ardından yazdıklarımla bir yıl sonra yeniden paylaşmışım.

Bu girizgâhın hemen ardından 2019 yılında yazdıklarımı ve ardından o eski paylaşımları okuyacaksınız.

Kısaca, ama dersimizi az çalışarak bir türlü meselenin esasına geçemediğimiz politik "döne döne Binâ okuma" patinajı...

Buyurun:

------------------------------------

29 Ekim 2019 tarihli paylaşım:

Monarchy- Saltanat

Oligarchy - Zümre Egemenliği

Republic - Halk Egemenliği

Pekiii Cumhuriyet, Halk Egemenliği mi demektir? Bir prosedür ve sonucu, ilke yerine ikame etmek, bu işi neye indirgemek olur 🤔

------------------------------------

Paylaşım altındaki yorumlardan devam:

Cumhuriyet, çoğunluk re’yinin halk egemenliği için uygun bir ikame prosedür olarak kabulü demektir. İlkeyi vurgulamak yerine ikame prosedüre adanmak, meseleyi anlamanın hangi seviyesidir?

Republic, Çoğunluk Egemenliği (Cumhuriyet) değildir; çoğunluk re’yi, halkın ittifakının pratik imkansızlığı nedeniyle zarureten ve kerhen razı olunan “aşağısı kurtarmaz” bir “asgarî gerek şart”tır; âzamî had değil.

Republic, “Yönetim yetkisi üzerinde (bir soydan geldiği için veya bir kere onu ele geçirerek gücü uhdesine almış) bir birey veya zümrenin imtiyaz ya da tekelini reddetmek demektir: Egemenlik, bir ülkede yaşayanların “eşit yurttaşlar olarak katıldığı” halkın tümüne ait kılınmakta, egemenlik üzerindeki imtiyaz ve tekel iddiaları ile fiili blokaj, abluka ve tasallutlar reddedilmektedir.

Önemli olan, bu işin hangi prosedür aracılığıyla realize edileceği ve egemenliğin halk adına kimler tarafından nasıl kullanılacağı değil, başka bakımlardan birbirlerinden tamamen farklı ya da eşitsiz olsalar da “halkın bütünü”ne (public: kamu) katılım bakımından “siyasal paydaş” olarak bütün yurttaşların eşitliğini esas alan bir “egemenliğin halkın tümüne aitliği” ilkesinin benimsenmiş olmasıdır.

Cumhuriyet (çoğunluk oyu), rejimin adı değil, Halk Yönetimi rejiminde, yönetim ve yasamanın asgarî prosedüründen ibarettir. Republic ya da Latince söylersek Res-publica terimini Türkçe’ye Cumhuriyet olarak tercüme eden Türk’ün idrakimizde yarattığı çarpılmayı, hala düzeltebilmiş değiliz. Bu gidişle de zor görünüyor.

------------------------------------

30 Ekim 2016 tarihli ilk paylaşım:

Bir yıl önce yazdıklarım...

Hatırlayalım, 1 Kasım Seçimleri arefesiydi.

Şimdi çok şey değişmiş görünüyor, dersimize az çalışmanın bütün krizleri ise –öneminden hiçbir şey kaybetmeden–alttan alta karnemizi belirlemeye devam ediyor.

Araya kocaman bir dehşet olarak Darbe Girişimi'nin bu sürece dahil olması, "tutumlar düzeyinde" her şeyi "bayrak rengi bir filtre” ile kızıl tonlara boyadı. Bu noktada, en fazla dikkat sarf edilmesi ve tekrar tekrar düşünülüp değerlendirilmesi gereken, 15-17 Temmuz'a yayılan belirsizlik sürecindeki Halk Direnişi ve Demokrasi nöbetleridir. "Halk'ın bir eşiği aştığı" biçiminde özetleyebildiğim bu deneyim, kalıcı bir "kolektif ruh dönüşümü" ifade ediyor mu?

Bugün daha bir iştiyakla kutlandığı söylenebilecek Cumhuriyet Bayramı'nın önümüze ne ödev koyduğunu fikredecek cesaretiniz var mı? Öyleyse iradesine sahip çıkan çoğunluğun yönetimini yani bu versiyonuyla "Cumhur'lu Cumhuriyet"i ", cumhursuz ulusalın etnik, dinsel, mahallî cemaatlere ve kimi mafiyöz ağlara ayrışmasına ebelik ettiği "Pueblos"u, giderek inşaat, medya, cemaat sektörü oligarkları ile parti, bürokrasi ve akademi kudretlilerinin orkestrasyonuna indirgenmiş "rıza ve onay üretimi"nin sahicilik değerini, son yüzyılda "girmiş sayılıp sayılamayacağımız" konusunda spekülasyon kaldırmayacak ölçüde "girdiğimiz âşikâr" olan Suriye İç-Savaşı'nı ve sonuçlarını... "ele güne", "dünya ve ülke kamuoyu"na, "hep muhalefet"in lafazanlarına edilecek "yenilir yutulur laf cambazı" hünerlerini bir yana bırakıp derin derin düşünmek gerekir:

Biz kimiz ve bu hal neyin nesi?

------------------------------------

30 Ekim 2015 tarihli paylaşım:

CUMHURİYET, SEÇİM VE OPERASYONel GÜNLER...

Bir arkadaşım Messenger'dan "Abi Cumhuriyet Bayramı’nı yazmadın, bari seçimi yaz" diye sıkıştırmasa "facebook'u soğutma"ya devam ediyordum. Ona "yahu ben yolları ayırmaktan söz ettim facebook'la, sen tecdîd-i nikah diyorsun!" diyecektim, vaz geçtim.

Düşündüm, taşındım; bunu bir nikah tazeleme olarak görmeden yazmaya karar verdim.

Öncelikle Cumhuriyet Bayramı'nızı kutluyorum, madem yazacağız, söze bu kutlama ile başlayalım.

Millî Mücadele'nin "devletin yenide ayağa kalkışı ile taçlanması" anlamıyla, Cumhuriyet, milletimizin "kendi kaderini tayin" çabasının ürünüdür. Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nin toplanması nihayet, "yenilmiş sayıldığımız" bir savaş akabinde, düşman kuvvetler olarak İngiliz, Fransız, İtalyan işgallerini ve o arada el çabukluğu ile "Küçük Asya"yı kendi topraklarına katma vaadiyle kandırılmış Venizelos'un etekli askerlerinin istilasını sona erdirmek ve devleti yeniden ayağa dikmek maksadına mâtuftu.

I. Dünya Savaşı akabindeki devletlenme modasına uyarak bizim de kitleleri büyük "sivil ritüeller"le seferber eden "devrin ruhuna uygun adım” bir Cumhuriyetimiz olmuştu; ama, sürecin yarı-örtülü, örtülü ve hatta gizli boyutları aydınlandıkça daha da açıkça anlaşılacağı üzere, Türkiye'de Cumhuriyet'in kuruluşu ve akabinde geçirdiği metamorfoz süreci, hiç de, "halk yönetimi tesis etme"nin bildik herhangi bir parametresini karşılamıyordu. Halk yönetimi tesis etmenin nihayet "Krallığın lağv edilmesi" ile sonuçlandığı dikkate alınacak olursa, Cumhuriyet'in İlanı, esasen Meclis tarafından 1 Kasım 1922'de 308 Numaralı Kararname marifetiyle Saltanat'ın Kaldırılması'nın yol açtığı fiilî durumu –ki buna "yönetim şekli belirsizliği" demek sanırım yanlış olmaz– yeni ve "bilinen bir tarif"e kavuşturmaktan ibaretti.

Muhafazakâr söylem üreticileri "Cumhursuz Cumhuriyet" diye bir klişe kullanıyorlar malum. Bir durum tanımı olarak bu klişenin yeterli olup olmadığında tereddütlerim var; ama şurası bir gerçek ki, yeni yönetim şeklimiz, Osmanlı seçkin zümresinin zihninde yüzen "muasır hükümet"e müteallik dağınık fikirleri "kâbil-i tatbik" bir şekle sokan küçük bir "akıldane heyeti" ile Mustafa Kemal Paşa'nın karar ve icraatları aracılığıyla belirlendi. Halk yönetimi tesisi konusundaki teori ve onun özellikle Fransız İhtilali pratiği açısından ele alınacak olursa, Türkiye'de Cumhuriyet'in Kuruluşu, teori-pratik meselesinde ancak, Marxistlerin "Leninist revizyon" olarak etiketlediği bir "kitabına uydurma" revizyonu ile bir "halk yönetimi tesisi" örneği oluşturuyordu. Kısaca ifade edilecek olursa Marx, kapitalist düzeni, en olgun aşamasında proletarya devriminin ortadan kaldıracağını ileri sürmüş; henüz yarı-köylü bir toplum olan Rusya'da Lenin, kapitalizmin olgunlaşarak ortaya çıkaracağı proletarya sınıfının devrim yapmasını beklemektense, "bir öncü hareket" ile iktidarı ele geçirip "eninde sonunda zorunlu olarak gerçekleşecek" sosyalist yönetime geçiş modelinin de aynı amaca hizmet edeceğini ileri sürmüş ve "Bolşevik İhtilali"ni bu "teori revizyonu" ile gerçekleştirmişti.

Terim olarak "Cumhuriyet", Osmanlı entelijansiyasının "dersine az çalışmış" bir tercüme aceleciliği ile "Res Publica" için bulduğu karşılıktı. Bu "dersine az çalışma" hali, "uzun lafın kısası"nı arayan bir kestirmeciliğe dayanıyordu ve "en nihayet neyin yerine neyin konulduğu" meselesinde, haksız da sayılmazdı: Madem ki République "yönetimin halk ait olması" demekti ve madem ki bu durumda "halkın iradesi" çoğunluk oyu ile şekillenecekti, o zaman buna "çoğunluk (cumhur) yönetimi" diyebilirdik. Cumhuriyet ilan edilirken de Milli Mücadele için kenetlenmiş bir "amme ittifakı"nın "Meclis kararı ile bütün yetkilerini devrettiği bir Meclis Başkanı" vardı ve onun kararı, ammenin ittifakla verdiği yetkinin kullanımından ibaretti. Böyle olunca, Cumhuriyet de halkın ittifakla onayladığı bir iradenin çoğunluk yönetimi ilan etmesinden ibaretti.

Batılı olmayıp da geç modernleşen toplumların seçkinlerinde bu türden bir "hızlı ilerleme" yolu ile "muasır medeniyete yetişme" telaşı, pek yaygın bir haldir. Cumhuriyet Devrimleri, Tek Adam'da somutlaşan umumî irade ile yönetim değiştirildikten sonra, bu "tek kişide toplanmış irade"ye lâyık bir "publica inşası" süreci olarak icra edildi. Jargonu "halka rağmen halk için" biçiminde daha sonra üretilen bu çabanın gayet anlaşılır gerekçesi, "geri kalmış bir halkı" muasır ve medenî bir millet haline getirip kendi iradesini kendisi kullanacak bir rüşde eriştirmekti. Bunun uçarı kaçarı yoktu; "eninde sonunda zorunlu olarak gerçekleşecek olan"ı ne kadar hızla başarırsak milletler mektebini o kadar kısa sürede bitirip mezun olacaktık. Aksi düşünülmemişti, düşünülemezdi de...

Fakat "kahrolasıca gerçek" bu teoriyi de mahvetti ve biz, henüz halkı tam eğitemeden bürokratik merkezde uhdemize aldığımız "total kudret" olarak egemenlik gücünü "çok partili gerçek seçimler" ile halkın onayına sunmak zorunda kaldık. Hakemin halk olduğu böyle seçimlerde de, "o acılı savaş yıllarında, yeni bir rejim kurmanın sancıları altında" evet, kabul edelim ki, halkın canı bir hayli yanmıştı; ama bu kaçınılmazdı. Yani ne yapsaydık? Muasır bir millet haline gelmenin bedelleri vardı, birilerinin canı elbette yanacaktı; olan da bundan ibaretti. Lakin seçkinler olarak sergilediğimiz "züccaciye dükkanındaki fil zarâfeti"nin bedellerini ödeye ödeye bitiremedik. Tek Parti iktidarı boyunca canı yanmış ama bir türlü "muasır bir millet çoğunluğu" haline de gelememiş bir "göbeğini kaşıyan adamlar" çoğunluğu, çok partili demokrasiye geçişle birlikte hükmetme gücünü bir daha asla bize nasip etmedi!!!

Bir kudret eliti olarak kendi çoğunluğunu yaratabilse her şeyin tıkırında gideceğine inanmış Cumhuriyet seçkinlerinin içine sürüklendiği bu trajedi, şimdilerde Vesayet Rejimi denen bir dizi mekanizma üretti. Bu mekanizmaları üreten 27 Mayıs Darbesi'ne de "Ak Devrim" adı verildi.

Şimdi bu Vesayet Rejimi'nin tasfiye edilme sürecinde olduğumuz söyleniyor. Ortam, dünyanın ahvali ve şartlar açısından pek çok farklılıklar olmakla birlikte, Cumhuriyet, olmadı Vesayet Rejimi'nin tesisi ile, o rejimin tasfiyesi, "süreç yönetimi" açısından çok benzer bir "paldır küldürlük" arzediyordu. Ergenekon Davaları, İstiklal Mahkemeleri kadar haşin değildi belki, ama devirler arasındaki farklılıkları, tabiri caizse iktisatçıların "mevsimsellik etkisi" dediği şeyden arındırdığımızda geriye büyük benzerlikler kalıyordu. Ya Takrîr-i Sükûn? Dersini az çalışmış, mektep bitirme telaşındaki bir zihin, "kolayı var, işte 'İç Güvenlik Yasası' da onun yerine geçiyor" diyebilir; ama bunun böyle olup olmadığını zaman gösterecek. Hem, tarih hiçbir zaman aynen tekerrür etmez ki!

Efendim, bu rejimin adını ilk kez Cumhuriyet olarak tercüme eden telaşlı Osmanlı seçkinlerinin dersini az çalışmasının bedellerini ödemeye devam edeceğiz. Şimdi eğer mümkün olur da Vesayet Rejimi gerçekten ilga edilebilirse tahakkümden kurtulmuş bir çoğunluğun ne anlama geldiğini yine dersimize az çalışarak ne kadar zamanda anlarız, kestirmesi zor.

Cumhur, evet halkın büyükçe bir bölümüdür ki, sandığı halkın önüne koyup re'yini alarak sayınca belli olan o "büyüklük" her defasında halkın içindeki gerçek bir çoğunluk olduğunda, bu, Cumhuriyet'in halkın bir bölümüne, öbür kesimleri üzerinde hükümranlık gücü bahşetmesi anlamına gelir. İşte "Cumhurlu Cumhuriyet"!

Ne tesadüf ki, bu sene Cumhuriyet Bayramı ile Cumhur'un kim olduğunu tespit edecek Seçim aynı tatil dönemine denk geldi! Astronomi’de bu gezegen dizilimine bir de başka büyük olayların eşlik ettiğini görmezden gelemeyiz. Suriye'de neredeyse asıl suçlu ilan edilerek bedeli bize ödetilecek yıkım sürecine Rusya'nın paldır küldür dalması, Almanya'nın “bu yıkım ile açığa çıkan nüfus tsunamisi kıyılarıma vurmasın" diye Türkiye'ye 3 Milyar EUR rüşvet teklifi, Vesayet Rejimi'nin tasfiyesinde bir hayli gayreti bulunan ve şimdi adı FETÖ olarak yeninden konulan Cemaat'in bütün muhalefet partileri ile dansı, HDP'nin eş başkanları aracılığıyla patlata patlata "her patlağın altında devlet bombası" patlatmaları... Gezegenlerin dizilimindeki bu ilave unsurlar, evet, neredeyse bütün AK Parti karşıtı unsurların aynı hizaya geldiği bir operasyon dizilimidir; ama operasyon, Türkiye'nin bir gezegen ya da yıldız olmadığını "uyduluk konumunun restore edilmesi" gerektiğini kabul eden bir operasyondur.

Diyelim ki bu operasyon başarıya ulaşır da görünen hedefi olan AK Parti iktidarı ve onun tecessüm ettiği "Saray'da Erdoğan" tasfiye edilirse ne olacaktır? Kılıçdaroğlu'nun eline fırsat geçerse "restorasyon" ile ne vadettiği ortadadır. MHP'nin "terörün kökünü kazımak"la ne murâd ettiğini anlamak için o kadar uzağa gitmeğe gerek yok; 90'lar geri gelecektir. HDP bir iktidar alternatifi değildir, o, konjEktür gereği başındaki külahını elindeki silahını göstere göstere barış için savaşan bir milis partisi görüntüsü vermekten çekinmeyen "meşrû ama meşrûiyetle sınırlandırılamaz" bir hiddet partisidir.

Vesayet Rejimi'nin larvalarından doğan bu üç muhalefet, o rejimin genetik hastalıkları ile muallel de bu rejimi tasfiye etmeyi samimiyetle arzuladığı kesin olan AK Parti değil mi? AK Parti Cumhuriyet'in ilk 30 yılındaki otoriteryanizmin, "çoğunluk adına baskı" rejiminin yarattığı acılara yazıklanmaktan kurtulup şimdi kendi çoğunluğunun baskı potansiyelini dengeleyecek çoğulculuk ve katılım mekanizmalarını ne zaman dert edinecektir? Başka bir anlatımla, serbest seçimler dışında, halkın bütün kesimlerinin siyasete katılımını ve kendi iradesinin siyasette kendine alan bulabilmesini sağlayacak bir "normal demokrasi" dersinden kalarak sınıf geçilemeyeceğini ne zaman anlayacaktır? Bu, aslında dindar Kürdlerin oyunun neden sırra kasem bastığını da anlamak demektir.

Çok daha önemlisi, büyük çoğunluğu ve öteki parçaları ile Türkiye halkı, gerçek bir barış için bu "Cumhuriyet Bayramı ile aynı tatil dönemine denk gelen seçim"de hangi riske oynayacaktır? AK Parti’nin yeniden tek parti iktidarının muhtemel risklerine mi, (velev ki içinde AK Parti de olsun) bu tek parti iktidarının yerini alacak bir koalisyonun muhtemel risklerine mi?

İkincisi bana çok da mümkün görünmüyor. Bunu gönül rahatlığı ile söylüyor değilim, seçmenin de AK Parti'ye bu gidişle "son defa" ve "kerhen" bir çoğunluk iktidarı bahşetmesi muhtemeldir. AK Parti, bu şansı, muhtemel risklerini bertaraf ederek kullanamazsa 2023'te "çoğunluk iktidarı"nın çöküşünden doğan o büyük yıkım enerjisinin açığa çıktığını göreceğiz. Zayıf bir ihtimal olmakla birlikte, bunu, bu seçim sonrasında da görmemiz mümkündür.

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 200 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.