‘Doğduğun Ev Kaderindir’de Geleneksel ve Modern Olanın Çatışması

05 Şubat 2021

 

Türkiye televizyon kanallarının ağırlıklı bir kısmı gündüz kuşağında zamanının çoğunu evde geçiren, başta çalışmayan kadınların akşam kuşağında ise günlük siyasetle herhangi bir nedenle arası pek hoş olmayan kadın erkek, çalışan çalışmayan, orta ve üst yaş kohortunun ilgilerini çektiğini tespit ettikleri tür programlar yayımlamaktalar.  Sanırım bu tespitte kanallar profesyonel kamuoyu şirketlerine yaptırdıkları araştırma verilerini kullanmaktalar. Haber kanalları dışında kalan bu kanalların hemen hepsinin akşam saat 8.00’den itibaren dizi yayımına geçtiklerini gözlemliyoruz.

Dizi sektörü ciddi yatırımların yapıldığı, iş-insan ve insan-insan ilişkilerinin profesyonelce yürütüldüğü başta sanat ve ekonomi olmak üzere farklı etkinlik alanlarının iç içe geçtiği bir sektör. Her dizi için onlarca uzman elemanın istihdam edildiğini işitiyoruz. Oyunculuk eğitimi veren resmi özel okullar, kurslar, oyuncu koçları, audition seansları, deneme çekimleri, başta kamera gibi teknik donanım temini, set teknik ekibi, yönetmen, ikinci yönetmen, öykü seçimi, metin, senaryo yazımı, müzik, orkestrasyon, kostüm, mekan-plato seçimi ve tabii dizinin sponsorları, yapımcılar, halkla ilişkiler, menajerlik şirketleri, sözleşmeler, hukukçular, dizi-kanal ilişkisi… Bu sıraladıklarımız buzdağının görünen kısmının sadece bir kısmı olsa gerek. Tabii bir de ortaya çıkan dizinin hedef kitleyle uyuşumu meselesi var. İzleyicinin diziye bağlanmasının koşulları da sanırım profesyonel ekiplerce milimetrik hesaplara göre belirleniyor. Konunun bir de resmi makamlarla ilgili bir boyutu var ki ona hiç girmeyelim. Özetle dizi sektörü karmaşık, zahmetli, yorucu bir yaratıcı etkinlik alanı.

Bu yazımda odaklanacağım yer sektörün sorunları değil. Odak noktam halen yayımlanmakta olan bir dizi: “Doğduğun Ev Kaderindir”.  Her ne kadar dizinin yayımı devam etmekte ise de dizi hakkındaki yorumlarımı geniş okur çevresiyle paylaşmam konusundaki talebi geri çevirmek istemedim. Dizinin ana öyküsü çok başarılı bir psikiyatrist olan Gülseren Budayıcıoğlu’nun mesleki gözlemlerinden damıtarak yazdığı kitaplarından birine de konu olmuş. Tabii gerek kitap gerek dizi asıl öyküden hem etik nedenlerle hem teknik nedenlerle oldukça uzaklaşmış. Böyle olması hem doğal hem de gerekli. Sanat mı hayatı yansıtır hayat mı sanatı sorusu hep sorulagelmiştir. Kuşkusuz bunlar farklı düzlemlerdir. “Güneşin altında söylenmedik söz yoktur” sözünün açtığı ufuktan giderek sanat ve hayat arasında özdeşlik ilişkisi kurmanın yanılgılı bir tutum olacağını ileri sürerek bu konuyu burada kapatalım.

Doğduğun Ev Kaderindir dizisi yayımlandığı ilk günden ilgimi çekti. Kuşkusuz sanat eserlerinde bu izleyicinin ilgisini çekebilme hali eser ve izleyici arasında özel bir bağı yansıtır gibi görünürse de bu görüntü yanıltıcı da olabilir. Zira bir bakarsınız ki o özel bağ sadece tek bir izleyici ile kurulmamış, meğer o izleyici gibi o diziyi izleyen başkaları da varmış. Yani eser çok sayıda ayrı kişiyle özel bir bağ kurabilme başarısını yakalamış. Bunu rating rakamlarında gözlemliyoruz. Diğer izleyicileri bilemem ama beni ekrana bağlayan dizide yakaladığım sosyolojik ögeler oldu. İşte sizlerle paylaşmak istediğim hususlar da bu ögelerdir.

Diziyi ilk günden itibaren bir Türkiye panoraması olarak izledim. Başlangıçta öykünün içinde geçtiği Balat’taki konak bana geleneklerle örülen bir aile ağını çağrıştırdı. Bu ailenin hayatı evin oğlu ve mahallenin de ağır abisi Mehdi’nin, kökeni o mahalle olmakla birlikte varlıklı bir ailenin yanına okutulması için verilmiş Zeynep’le aralarında gönül bağı kurulmasıyla değişir. Zeynep’in yanlarında büyüdüğü aile modern hayatı temsil eder. Modern ailenin annesi Nermin hanım Zeynep’i olmayan çocuğu gibi sevgiyle ve özenle büyütür, yabancı dilde eğitim veren okullar, piyano dersleri…Ama Zeynep o evde ve çevrede bir noktadan sonra kendini yabancı hisseder. Mehdi’yle evliliğini köklerine dönmek gibi hisseder. Tabii asıl annesi  Sakine de bu evliliğin gerçekleşmesinden en çok memnun olandır. Kızını okutmakla kendine yabancılaştırdığını düşündüğü Nermin’den kızını kurtaracak, kızına kendi sahip olacaktır. Nermin kızını okutmakla görevini tamamlamıştır. Zeynep avukat çıkmıştır. Artık annesinin yanına gelip annesinin dünyasına uygun bir hayat sürmesinden daha “normal” ne olabilir ki? Mehdi’yle evlenmesi ise bulunmaz piyangodur. Gel gör ki Zeynep eski köyde yeni adet gibi konağın kurallarıyla uyumda zorluk çeker. Mehdi kolejli avukat Zeynep’in uluslararası Hukuk bürosunda çalışmasını kendi egemenlik alanının duvarlarını çatlatıcı bir tehdit olarak görür.

Dizinin ilerleyen bölümlerinde görünüşteki geleneksel ve modern ilişkisinin derindeki asıl gerginlik odağı olan birincil ve ikincil ilişki ağlarında, oralardaki pozisyonlarda ve rollerin oynanmasında çatışmaya doğru nasıl adım adım ilerlediğini görürüz. Mehdi’nin geleneksel toplumun erkeklik pozisyonundan beklediği erkek rolünü kişiliğine içselleştirmesi, bunun uzantısı olarak evin kadınları üzerindeki davranış ve duygu kontrolünü kendine hak görmesi (ablalarının evliliklerine karşı çıkması), mahalledeki değişen hayat koşullarına göre davranmaya hayat seçimleri yapmaya mecbur kalan arkadaşlarını (çay ocağını satmak isteyen Nuh’a tepkisi) dahi eleştirmekte beis görmemesi, Zeynep’in eğitimli, kibar patronunun Zeynep’in ilgisini çekeceği tedirginliğiyle kıskançlıklar geliştirmesi ve Zeynep’in işe gitmesini önlemek için evin kapısını kilitlemesi… İlginç olan Mehdi’nin bu tür tavır, söz ve hareketlerinin ablası Müjgan  tarafından onaylanmasıdır ki bu Mehdi’nin sadece bir ’karakter’ değil birincil gruplardaki erkekleri temsil eden bir ‘tip’ olduğuna da işaret eder.  Dizinin ilerleyen bölümlerinde Zeynep ve Mehdi’nin evliliği boşanmayla sonuçlanır. Ama geleneksel hayat desenlerindeki sosyal ilişkiler hukuk kurallarıyla birdenbire yeni bir safhaya evrilmez. Duygular hukukun da rasyonalitenin de emrine isyan eder. Kişiler duygularının seline kendilerini kolayca teslim ederler. Duygusal tepkiler eylemlere yön verir

Şimdilerde izlediğimiz bölümlerde birincil ilişki ağının ikincil ilişkileri, giderek ikincil ilişki grubunu (Avukatlık bürosundaki ilişkiler ağı) nasıl dönüştürüp rayından çıkardığını gözlemlemekteyiz. Mehdi’nin ablası Cemile doğrudan birincil ilişkilerin taşıyıcısı, birincil grup değerlerinin temsilcisi (ajanı, edimcisi, amili). Cemile karakteri ile neyi görüyoruz? Duygu sömürücülüğü yaparak çevremizdekileri duygu yükü ile nasıl ezebileceğimizi. Cemile kendi grubunun değerlerini mağduriyet söylemi ile Zeynep'e aşılama konusunda çok başarılı ve bu tavrı ile sadece taşıyıcı ajan değil ama olaylara yön veren eyleyici, fail de oluyor. Kibrit de birincil ilişki eğitimini Cemile'den alıyor. Kibrit sokaklardan gelen bir çocuk, hayatı boyunca güvenle sığınacağı bir yuva arayacak. Bu yuvanın duvarları da çatısı da elbette birincil ilişki söylemi ve değerleriyle örülü olacak. "Doğduğu evin kaderi"ni taşıyan Zeynep bu kaderinin üzerine bir de ihanet suçluluğunu ekliyor; kendini Nermin'i de sevmesinden dolayı Sakine'ye ihanet içindeki suçlu evlat gibi görüyor. Zeynep iki dünya arasındaki bölünmüşlüğünü zihninde ve duygularında giderek kararlarında yansıtıyor. Bu iki değer dünyasını dengeleyebilecek zekaya, eğitime, donanıma, arkadaşa ve kurumsal aidiyete sahip olmasına rağmen Cemile’nin  ‘biz’in ötesindeki her var olanı ‘öteki’ gören, hakkaniyet sağduyusundan yoksun, hakkaniyeti ‘biz’ grubuna hasreden söyleminin etkisinde kalıyor. Zeynep sürekli planlar yapıp yalanlar söylüyor, içinde komplekslerle sulanan Zeynep’i büyütürken dışarıya ne istediğini bilen, kararlı kadın imajını çiziyor. Bu arada birincil ilişkilerin samimiyetine özlem duyan Savaş'ın duygusal açlığını kullanıyor ve Savaş'ı kendi kumpaslarının içine çekiyor. Zeynep birincil ilişkilerin taşıyıcılığı ile ikincil ilişki grubunun iç işleyiş düzenini de bozuyor; avukatlık bürosundaki rolünde görünüşte görevlerini aksatmıyor ama alttan alta oradaki mekanizmayı da zedeliyor. Barış’ın dürüstlüğünü ve kendine beslediği duygusal yakınlık bağını bozuk para gibi harcıyor. Mehdi ise dışarıdaki insanların hayatında yol açtığı depremi, tahribatı düşünmeden, düşünmeyi bile lüks addederek yeni hükümranlık alanı olan koğuşundaki ağalık pozisyonunu güçlendirecek araçların arayışına giriyor. Feodal değerlerle donatılmış egosunun gücüne güç katıcı tavırlar içinde bir yandan koğuş ağalığını sağlama alırken bir yandan da dışarıdaki birincil grubunu egosunu beslemeleri için adeta görevlendiriyor. Sultan bakkalın Barış’ın evinde pişirdiği yemeklerden kazandığı paralarla döndürülen ev halkının ekmeğine koğuş ağalığının şanı uğruna el koymayı planlıyor. Tabii birincil grubunun Zeynep’in evinde sığıntı olduğunu bilmiyor ama en azından kurduğu yedek parça bayiliğinin kendi erkeklik tutkusu yüzünden tahrip edildiğini unutmuş olamaz. Oranın zararının ne olduğunu sorgulamayı aklına getirmiyor. Bakalım olaylar nasıl gelişecek.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 424 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.