Kemalistlerin ve İslamcıların Cumhuriyetle İmtihanı

19 Mayıs 2020

 

Bugün, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna giden yolda atılan adımın 101. yılı.

Eminim ki özellikle sosyal medya verilen mesajlarla bugün bir arbede alanına dönüşecek. Birbiriyle uzlaşmaz, tahrik edici, aşağılayıcı, yüceltici, popülist mesajların uçuştuğu bir arbede alanı. Bu arbedede sağduyuyu temsil edenler çekingen, mahcup tavırlarıyla genelde köşelerine çekilmiş olurlar.

Neden, yakın tarihimizin her yıldönümü bu psikolojik savaşın tedirgin edici diliyle, platonik aşkın retoriği sarkacında salınır durur ?

Bunun en basit cevabı, tarihimizle olduğu gibi, yakın tarihimizle yüzleşme konusunda da ergenlikten olgunluğa geçemememizle ilgili.

Bu konuda hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. Elbette birinci faktör, yakın tarihimizi her türlü kusurdan arınmış bir dönem gibi allayıp pullayıp sunanların dili ve yaklaşımı. Bu dil ve yaklaşımın 100 yıldır süren ısrarcılığı ister istemez karşıtını doğurdu. Ama yakın tarih diyalektiği, tezin karşısına konulan antiztezden bir sentez çıkarırken elbette kendi marazını yeniden üretti.

Nasıl birinciler için Cumhuriyet, kurgulanmış tarihi, kahramanları ve doktriniyle bir tabuya dönüştürüldüyse antitez sahipleri için de her şeyiyle karşı çıkılması gereken bir dönemin adıydı.

Baskı ve endoktrinasyon dönemleri her zaman merdiven altı üretimi teşvik eder. Antitez maalesef merdiven altı üretimi körükledi. Bu uzlaşmazlığın temel unsurlarını görmeye çalışalım :

1. Bu çatışmanın birinci unsuru, Milli Mücadelenin meşalesini yakan Gazi Mustafa Kemal’in  Milli Mücadeleyi hangi inisiyatif ve müsaadeyle başlattığı konusundaki uzlaşmazlıktı. Bu tartışma en azından şimdilik, Sultan Vahdettin’in ve İstanbul’un teşviki ile bu girişimin  başlatıldığı  konusunda ortaya konulmuş belgelerle kısmen dinmiş gözüküyor.  

2.  Bu çatışmanın ikinci unsuru , Gazi Mustafa Kemal’in Milli Mücadelede ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki tutumlarıyla sonraki politikaları arasındaki çelişmelerin nasıl açıklanabileceği konusundaki anlaşmazlıklardır. Bu konudaki yaklaşımlar birbiriyle uzlaşmaz açıklamalarla dolu. Antitezi temsil edenlerin eleştirileri, dualarla, din adamlarıyla başlanan sürecin, bu unsurları dışlayan bir sürece dönüştürülmesine yönelik. Dolayısıyla buradan soruyu daha genişleterek anlamaya çalışmak gerekiyor. Yapılan yeniliklerin hangi konjonktürel sebeplerle ve nasıl bir süreç ve mekanizmayla yapıldığı sorusu. Mehmet Doğan başta olmak üzere bazı araştırmacılar, Paşa’nın kafasında bazı yenilikler olmakla beraber, bunların sonraki süreçteki yeniliklerle bağdaştırılacak yenilikler olmadığına işaret ediyor. Süreç içerisinde, değişen uluslararası şartlar bu yeniliklerin genişlemesini ve radikalleşmesine yol açmış gözüküyor. Bu anlamda D. Mehmet Doğan, Kemalizmi savaş sonrası ideolojisi olarak tanımlıyor. Kazanan tarafın en büyük aktörü İngilizlerin, Türkiye’nin hilafet enstrümanı ile İslam Dünyası üzerindeki nüfuzun kırmak isteğinin, Lozan ve öncesinde Türklere bir dayatmaya dönüştüğünü söylüyor. Bu ise doğal olarak başta hilafetin kaldırılması ve Türkiye’nin İslam alemiyle bağını koparmak üzere islamî değer ve kurumların ortadan kaldırılmasını içeriyor. Bunu da güzel bir simgesel değişimle anlatıyor. Lozan’a fesle giden heyetin silindir şapkalarla döndüğünü belirtiyor. Aksi takdirde Paşa’nın Türk müziğini çok sevmesine rağmen (Bu konudaki rivayetler bunu doğrulayacak nitelikte), bir dönem Türk Müziğini yasaklama yoluna gitmesi, İslamiyetle ilgili söylediği övücü sözler vb. gibi hususları bir tutarlılık içinde açıklamanın mantıklı bir yolu gözükmüyor.

İslami kesim arasında bir grup ise Mustafa Kemal’in bu konudaki değişimini, Milli Mücadele için gerekli güç ve dinamizmden yararlanmak için başta niyetlerini gizlemekten kaynaklandığı yönünde düşüüncelere sahip. Bunlara bağlı olarak Milli Mücadeledeki Mustafa Kemal ile inkılaplar dönemindeki Mustafa Kemalin ilk başlardaki dostlarıyla ilişkilerini süreç içinde ters yüz etmesi bu iddiaların gerekçelerinden biri.

3. Bir başka ihtilaf konusu Milli Mücadelenin aktörlerinin rolleri konusundaki algı. Resmi tarihin söyleminin, Milli Mücadeleyi tek kahraman üzerinden efsaneleştirmeye çalışması antitezi temsil edenler için bir rahatsızlık konusu. Sezarın hakkını Sezara verecek yeni bir tarih yazımı ve öğretimi bir başlangıç olabilir. Sürekli kahramanlar ve hainler ilan eden bir tarih ve siyaset kısır döngüsünden ancak böyle çıkılabilir.

4. Bir başka husus, Cumhuriyet döneminde oluşturulan Kemalist ideolojilerdir. Bu ideolojiler, herkesin bir sözleşme oluşturacak meşrutî bir zeminde kalmayıp arkadan dolaşarak kendi ideolojisi için hizmet edecek bir enstrüman oluşturma çabalarının eseridir. (Haydi burada Attila İlhan’ın kulaklarını çınlatalım). Taassupçu Kemalist ideolojiler, jakoben endoktrinasyonun gönüllü öncüleri olarak, rejimin nimet ve imkanlarından da yararlanarak durumdan vazife çıkarmayı mecburiyet hissetmiş kesimlerin ideolojileridir. Hiçbir zaman uzlaşmaya yanaşmamışlar, mütekebbir ve üstten bakan, ötekileştirici bir yaklaşımda ısrarcı olmuşlardır.

5. Cumhurî yönetim biçiminin, Kemalist ideolojilerin statükolaştırıcı etkisi ve antitezcilerin içerik kısırlığı nedeniyle, yirminci yüzyılın başındaki şartlarda oluşmuş haliyle muhafaza edilmeye çalışılması güncellenebilen, demokratik ve toplumsal bir sözleşme üretilebilmesine imkan tanımamıştır.

6. Tartışmaların bir başka temel noktası resmi ideolojinin, islami kesimin Cumhuriyet yönetimi konusunda oluşturmaya çalıştığı algı. Sanki dindarlar yönetim biçimi olarak cumhuriyete karşılarmış gibi. Burada iki husus var. Birincisi hala Avrupa’da simgesel monarşilerle cumhuriyetlerin bir arada yaşadığı gerçeğinin unutulması. İkincisi ise esasen Cumhuriyetten önce meşrutiyetin 1876’da anayasalı bir parlamenter sisteme geçişin ilk adımlarının atıldığının unutulmuş olmasıdır. Üçüncüsü, islamın bizatihi  monarşik bir yönetim biçimini öngörmediği, monarşinin tarihsel bir gerçeklik olarak uygulama alanı bulmuş olması.  Dördüncüsü ise  Cumhuriyetin ilk yıllarında dindar kesimin demokratik değil otoriter bir cumhuriyet uygulamasından duydukları rahatsızlıktır. Getirilen laiklik anlayışının dindar olan ve olmayanlar için birer güvence olması gerekirken birer ideolojiye dönüşüp dindarların yaşadıkları mağduriyetin, hayat tarzlarına yönelik tehdidin sembolü haline getirilmiş olmasıdır. Ancak tam da bu konuya gelmişken antitezi temsil edenlerin şimdilerde geliştirdikleri siyasal yaklaşım ve üslubun oluşturmaya çalıştığı yeni sentezin sıkıntıları da yeni bir yüzleşme konusu olması gerektiğini de ifade edelim. Maalesef yüzyıllık tarihimizde, evet Cumhuri bir rejim kurulmuştur ama bu rejim demokrasi ile taçlandırılamamıştır. Bu konuda (Özal’ın açtığı parantezin uzun sürmediğini dikkate alırsak) hiçbir siyasal temsiliyet söylemi ve uygulamalarında inandırıcı gözükmüyor.

7. Bir başka husus da, modernleşme sürecinde, bozulduğu söylenen dini kurumların kaldırılması, dini öğretim ve hizmetler için oluşturulan yeni kurumların toplumdaki sivil ve özgür  din imkanını zorlaştırmış olmasıdır. Oluşturulan Diyanet İşleri Başkanlığı, dini hizmetlerin koordinasyonunu sağlamakla beraber, kontrollü bir din endoktrinasyonun aracı olmuş, uzun vadede sünnilik dışında kalan toplulukların, yani alevilerin taleplerini karşılayacak bir yapılanmayı da gerçekleştirememiştir. Ayrıca  bunun sonunda din ortadan kaybolmak yerine  toplumda yeni kimlik, içerik ve kurumlarla ortaya çıkmış; bunun sonucu dindar kesimle yönetim arasında bir uyum ve güven ilişkisi oluşturulamamış, ayrıca merdiven altı dini şekillenmeler de dine ayrı bir zarar vermiştir.

8. Yeni Cumhuriyet, Osmanlının bazı kurumsal kalıplarını ve anlayışını almış olmakla birlikte, bu kalıplar yeni içeriklerle tuhaf bileşimlerin ürünü olarak ortaya çıkmışlardır. Sözgelimi, Osmanlı’da İslamdan kaynaklanan devletin kutsallığı (devlet-i ebed müddet), seküler bir ideoloji ile temellendirilmeye çalışılmış; ancak bu temellendirme girişimi toplumun dindar kesimleri ile yönetim arasında bir toplumsal rızanın oluşmasını engelleyen bir faktör olmuştur. Laikliğin tanımındaki muğlaklıkların yol açtığı mağduriyetler ise işin tuzu biberi olmuştur. Bu sorunun çözümü için laikliğin açık seçik tanımı yapılarak gerçek bir cımhurî yönetim biçiminin niteliği haline getirilmesidir.

9. Gazi Mustafa Kemal’in, kendi döneminden sonra kanunlarla korunma çabaları, izan ve üslup yoksunu eleştirileri önlemeye yönelik olarak uygulanması gerekirken yeni bir gerilim alanı oluşturmuştur. Bu hususun da yeniden düzenlenmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Bunun için Türkiye’nin yenilenme ihtiyacının objektif olarak , tarihsel ve sosyolojik açıdan anlaşılması bu nedenle ayrı bir önem taşımaktadır. Yaklaşık 200 yılı kapsayan bu tarihi 5 yıllık inkılaplarla sınırlayan bir İnkilap Tarihi yerine belki bir Türk Yenilenme Tarihi oluşturulabilir ve sevimsiz  ve yetersiz bir  endoktrinasyondan böylece uzaklaşılabilir.

10. Bu çatışmacı yaklaşımların izalesi için bir görev de islamcılara düşüyor. Kurulan Cumhuri rejimi tek kalemde kötülemek yerine onların da Cumhuriyetin kazanımlarıyla sağduyulu bir hesaplaşma çabası göstermeleri, bu gerilimlerin azaltılması için  olmazsa olmaz şarttır.

Evet sonuç olarak şunu söylemek gerekir. Yakın tarihimizle, bir arada yaşayacak bir formülü üretebilecek bir yüzleşmeyi yaşamadıkça bu ülke, bu millet daha çok fatura öder. Hızla değişen bir dünyada yerimizi alabilmemiz için 100 yıl öncesinin kemikleşmiş tartışmalarını sağduyulu bir dille aşabilmek zorunlu hale gelmiştir. Artık küreselleşen dünyanın faturalarını ödemeyeceğimiz,  demokratik, özgürlükçü bir Cumhuriyeti nasıl geliştirebileceğimiz üzerinde kafa yorma cesaretine ve ortak bir dili bulmaya var mısınız ?  Milletin egemenliği avutucu bir retorik olmaktan çıksın. Önce iki yüzlülüğümüzle yüzleşelim. Birbirimizi yemekten vazgeçelim. İmparatorluklar sonrası kurulan yeni devletlerin oluştuğu, demir perdelerin yıkıldığı, kartelllerin, holdinglerin çıkarlarının küreselleşme denilen maskelerle bizi oyaladığı bir dünyada nasıl bir yerimiz olur, onu arayalım. Kendi gettolarımızda, kendi seyircilerimiz için oluşturduğunuz hamasi üslup ve yaklaşımların konformizmini terkedelim . Her uzlaşma çabası bir cesaret ister. Bir arada konuşmak bilgi ister, ön yargılardan arınmışlık ister, empati yeteneği ister, çaba ister.

Son not: Bu yazıyı okurken çapanoğlu bulmaya çalışan okur! Sen hemen buradan ayrıl. Bu yol senin yolun değil. Tarihe çapar ve kanlı bir yüz bırakmakta ısrarcıysan,  sen ergen sivilcelerini kanırtarak kaşımaya devam et !

 

Nurullah ULUTAŞ

Hocam ağzınıza yüreğinize sağlık, gerçekten tehlikeli bir suda maharetle yüzüp kıyıya varmışsınız... Çoğumuz bu konuda bir fikre sahibiz, ancak konuşmaya cesaret edemiyoruz. Sizi ayrıca bunun için de tebrik ediyorum. İzninizle ben de bir iki cümle yazıyorum: Bana göre çelişkinin kaynağı yıllarca karşı oldukları Cumhuriyet rejiminin iktidarını elde edince onun sunduğu tüm nimetleri önünde gören Islamcı kesim kabullenme veya reddetme arasında bocalıyor. En radikal islamcı arkadaşlar bile bakıyorsunuz önemli günleri Kemalistlerden daha aşırı bir coşkuyla kutlamak zorunda kalıyor. Çünkü aksi halde oturduğu koltuğu kaybedecek. Bu da maalesef kimliksizleşmeyi beraberinde getiriyor. Saygılar sunuyorum. 19 Mayıs Gençlik Bayramımız mübarek olsun;))

Sa, 05/19/2020 - 12:19 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 1,492 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.