Üst Bilişsel Beceriler Yahut Şuurun Oryantasyonu

05 Kasım 2015

Bu dehşet verici başlığı okuduğu anda ardına bakmadan hızla uzaklaşmak yerine hala bu yazıyı okumaya devam eden mütecessis okurlarımı saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Başlık hayli ürkütücü ama mevzu hem çok tanıdık hem de çok mühim.

İlk önce “oryantasyon” kelimesinden bahsedelim.

Bu kelime dilimize çoktan gelip yerleşmiş bir kelime. Bir yere uyum, alıştırma gibi anlamlarda kullanılıyor. Aslında bu kelimenin içinde geçen “orient”, “doğu” demek. Doğu, tüm insanlık için yön tayin etmek için bir nirengi noktası. Hristiyan batı medeniyeti için “doğunun” daha öte anlamları da var. Mesela kiliseler her zaman doğuya bakacak şekilde yapılırlar. Bu yüzden aslında “oryantasyon”, bir kişinin nerde bulunduğunu ve nereye doğru gideceğini belirlemek üzere sağlam bir referans noktası bulması anlamına geliyor.

İnsanın mekansal oryantasyonun yanında “bilişsel” (cognitive) oryantasyona da ihtiyacı var ki ben buna “şuurun oryantasyonu” dedim. Peki, bu gayet itici duran “bilişsel” kelimesi ne anlama geliyor?

1956 yılında Amerikalı eğitim psikoloğu Benjamin Samuel Bloom’un yaptığı sınıflandırmayı esas alan pedagoglar, öğrenmenin üç temel alanda gerçekleştiğini kabul ediyorlar. Bu üç alan kabaca, insanın beyniyle, kalbiyle ve elleriyle yaptıkları diye özetlenebilir. Beyinle yapılanlar her türlü bilme/anlama faaliyetine, kalple yapılanlar her türlü hissetmeye, elle yapılanlar ise her türlü fiziksel faaliyete tekabül ediyor.

Bloom sınıflandırması eğitim camiasında o kadar geniş teveccüh görüyor ki, neredeyse bir tabiat kanunu gibi anlaşılıp ve anlatılıyor. Öte yandan her eğitim fakültesinde, her öğretmen adayına mutlaka öğretilen bu temel prensiplerin yer aldığı kendi kitabı için Bloom’un, “Amerikan eğitiminde en çok atıfta bulunulduğu halde en az okunan kitap” dediği de biliniyor. Ama tabi bu bir “bahs-i diğer”…

Sınıflandırmanın ilk kısmını teşkil eden “bilişsel alan” (cognitive domain) dikkat, hafıza, lisanı anlama ve kullanma, kavrama, öğrenme, muhakeme, problem çözme ve karar verme gibi zihinsel süreçlerin incelendiği yer.

Nasıl biliyoruz? Nasıl öğreniyoruz? Nasıl anlıyoruz? Nasıl mukayese edip, nasıl karar veriyoruz? Bütün bunlar öğrenilebilir şeyler midir? Eğer öylelerse bu çok kritik kabiliyetlerimizi daha iyi hale getirmek mümkün müdür? gibi hepsi birbirinden heyecan verici ve ilginç soruların cevapları bu alanda aranıyor.

Benim bu yazıda bahsetmek istediğim mevzu ise üst bilişsel (metacognitive) süreçler. Yani ne bildiğimiz değil de, ne bildiğimiz hakkındaki bilgilerimiz. Başka bir deyişle “şuurumuzun oryantasyonu”.

Tanımlar çoğu zaman kullanım amaçlarının tersine kavramayı daha da zor hale getirebiliyorlar. O yüzden bu mevzuya kafa yoranların verdiği çok meşhur ve aynı zamanda eğlenceli bir misalle meseleyi açmaya çalışalım.

1995 yılında, 44 yaşındaki McArthur Wheeler isimli bir banka soyguncusu, Amerika Birleşik Devletleri’nin Pittsburgh şehrinde bir günde iki bankayı soyar. Peki, bu soygunu hem enteresan hem de bizim mevzumuza misal yapan nedir?

Çocukları çok eğlendiren kimya deneyini bilirsiniz: Eğer su katılmış limon suyu ile bir kâğıda yazı yazarsanız yazdığınız yazı limon suyunun kurumasıyla görünmez olur. Kâğıdı bir ısı kaynağına yanaştırdığınızda ise oksitlenince kahverengine dönüşen limon suyuyla yazılmış yazılar tekrar ortaya çıkar. İşte bu deneyi hatırlayan McArthur Wheeler limon suyunun herşeyi görünmez yapan bir etkisi olduğuna inanmıştır. Soygunu yapmadan önce yüzüne limon suyu sürer. Böylece güvenlik kameralarının onun yüzünü görüntüleyemeyeceklerine inanır. İşin garibi, evinde bir polaroid makine ile bu “teorisini” test de eder. Artık makine mi bozuktur, yoksa kesin inancı hakikat algısını mı bozmuştur bilinmez, deneyinin neticesi onu tatmin etmiş olmalı ki soygun işine girişir. Soygundan hemen sonra Pittsburgh polisi güvenlik kameralarında yüzü ayan beyan görülen hırsızın görüntülerini televizyonlara verir. Televizyonda şaşkın soyguncuyu gören bir kişi ihbar edince Wheeler aynı gün içinde yakalanıverir. Polis güvenlik kameralarının kaydettiği görüntüleri izlettirdiğinde soyguncu çok şaşırır. Çünkü yüzüne limon suyu sürünce görünmez olacağından ve güvenlik kameralarına yakalanmayacağından zerre kadar şüphesi yoktur.

1999 yılında New York’taki Cornell Üniversitesinde, David Dunning ve Justin Kruger isimli iki araştırmacı bu komik hadiseden hareketle üst bilişsel alanda problem yaşayan insanlarla ilgili bir araştırma sonucu yayınlarlar.  Makaleleri çok büyük ilgi uyandırır. Daha sonra Dunning-Kruger Etkisi diye literatüre yerleşecek olan çıkarımlarını biraz da vülgarize ederek şöyle ifade edebiliriz: “Kifayetsiz insanların ‘ayarsızlıkları’ ne bildiklerini bilme konusundaki hatalarından, çok kalifiye insanların ‘ayarsızlıkları’ da başka insanların ne bildiklerini bilme konusundaki hatalarından kaynaklanır.”

Biraz açarsak, bizim kültürümüzde “cahil cesareti” diye kavramsallaştırdığımız hâlin bilimsel açıklaması şudur: cahil olan kişinin cesaretinin kaynağı, cehaletinin farkında olamayışıdır. Çok bilgili, kabiliyetli kimselerin kendilerinin nerede durduklarını sağlıklı olarak ölçemeyişlerinin sebebi ise, başka insanların cehalet ya da bilgi seviyelerinin farkında olamayışlarıdır.

Hani bir sınava girersiniz, bir bakarsınız, en tembel, en kafasız arkadaşınız sınavdan neşeyle ve tam not beklentisiyle çıkar. Sınıfın birincisi ise düşüncelidir. Sorsanız sınavdan iyi bir not alabileceğinden bile emin değildir. İşte bu her iki kişide de üst-bilişsel bir probleme işaret eder.

Dunning ve Kruger kifayetsiz insanların şu dört özelliğini tespit eder:

  1. Kendi beceriksizliklerini fark edemezler.
  2. Başka insanların becerilerini fark edemezler.
  3. Yetersizliklerinin ne kadar ileri boyutta olduğunu fark edemezler.
  4. Yetersiz oldukları beceri konusunda eğitim aldıktan sonra yetersizliklerinin farkına varırlar

Yunus Emre’nin şiirindeki “İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsin, Ya nice okumaktır” sözleri malum ezoterik bağlamda değil de, yukarıda bahsettiğimiz üst bilişsel bağlamda ele alınırsa sanki daha doğru bir şey ifade etmiş olacak gibi geliyor. Bir şeyi bilmek kadar, ne bildiğini bilmek, hatta başka insanların ne bildiklerine vakıf olmak da önemli. Böylesi bir şuur oryantasyonu olmadan bazı ‘ayarsızlıklar’ yapmak kaçınılmaz görünüyor.

Twitter: @salihcenap

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 430 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.