Güvensizlik Pandemisi – Parçalanmada Ortaklaşma

02 Nisan 2021

 

Gelecekte, bugünü anlamaya çalışan insanlar bazı duyguların ve kavramların insanların hayatında belirgin şekilde öne çıktığını, öne çıkanlar arasında güvensizlik hissinin diğerlerinden ayrıştığını; bu hissin diğer duygu, düşünce ve davranışları da belirlediğini görecektir.

İtimat, güven, güvensizlik hepimizin malumu olan kavramlar. Genel itibarla lügat tanımları gündelik dilde iletişim kurarken ihtiyacımızı karşılar. Bu kavramlar üzerine biraz daha düşündüğümüzde güvensizlik kavramının geniş bir anlam dünyası olduğunu görürüz.

Bize beklemediğimiz ya da beklediğimiz bir yerden dokunacak zararın var olduğu düşüncesi güvensizlik hissini doğurur. İnsandan ya da insan dışı varlıklardan bize bir zarar dokunması ihtimali bu duyguyu içimizde daima canlı tutar ve “güvenmeyiz.” Bize zararı dokunmayacak “güvenli” bir iklim inşa etmek isteriz ki şehirden devlete, sigortadan sosyal güvenlik sistemlerine kadar birçok “organizasyon” bu masum duygudan doğar. Ancak bu yazının konusu özellikle pandemide baş gösteren “güvensizlik” duygusunun mahiyetine yöneliktir.

Güvenimizi sarsan en bilinen durum; muhataplarımızın bize yalan söylemesi, bizi aldatıp kendilerinin kazanması ve bizim kaybetmemiz esasına dayalı bir süreci işletme ihtimalleridir. Dijital iletişimle birlikte güçlenen post truth ikliminde “her önermeyi” ispat etmeye yarayabilecek kadar çok veri üretebilme bu verilerle toplumu manipüle etme imkânı doğmuştur. Yani haber kaynaklarını-haberleri belli bir algıyı oluşturacak ve belli bir algıyı yok edebilecek biçimde kullanmak imkânı.

Mesela aşının zararlı olduğuna dair istediğiniz kadar veriye ulaşabilir ve geleneksel ya da dijital medya sayesinde bunu “ispat” edebileceğiniz gibi, aşının faydalı olduğuna dair de istediğiniz kadar veriye ulaşabilir, iletişim-medya araçları vasıtasıyla bu fikri de “ispat” edebilirsiniz. Bu post truth ikliminde aşının gerçekte faydalı olup olmadığı değil medya-iletişim sürecine maruz kalan “kalabalığın” neyi doğru neyi yanlış kabul ettiği belirleyici olacaktır.

“Aşı zararlıdır.” diline ikna olmuş olanlar diğerlerine, “Aşı faydalıdır.” diyenler de diğerlerine güvenmeyecektir. Bu iklimi var etmek bugün çok kolaydır. Mesele dijital medyaya-geleneksel medyaya içerik ve veri üretmek bunu dolaşıma sokmaktır.

Modern çağda her şeyi bilmek, her şeye aklı ermek, her şeye gücü yetmek vehmini “bilgi” olarak kabul eden modern bireyin güvensizliği aşı örneğinden ibaret değil tabii ki. Bu süreçte birçok şeye güvenmediğimiz belirgin biçimde görünür oldu.

Hepimizin buluştuğu nokta: G ü v e n m i y o r u z!

İnsanlık pek nadir böyle bir ortaklaşmayı yaşar herhalde. Evet topyekûn güvenmiyoruz, son noktada geldiğimiz yer bu. Güvensizlikte ortaklaşıyoruz ancak bu ortaklaşma tam bir ortaklaşma değil. Herkesin güvenmediği şey aynı şey değil.

Bir kısım insan yönetenlere güvenmiyor:

Dünya bir felaketler fırtınası yaşarken yönetenlerin diline güvenmiyoruz. Vaka sayıları, ölüm sayıları şeffaf değil, yönetenler eskiden de olduğu gibi rakamları manipüle ediyor. İnsanlardan gerçekleri gizliyorlar. Niçin? Yönetenler kendileri için çıkar temin edecekler ve yönetilenler mağdur edilecekler. Devletleri, uluslararası kurumları yönetenler; toplumlardan, kalabalıklardan hülasa insanlıktan birçok gerçeği gizliyor. Yönetenlerin daima gizli ajandaları var. Dolayısıyla beyanları da bu nispette güvenilirdir.

Peki yönetenlere karşı bu duygunun oluşmasına neden olan yüzlerce veri, belge ve bilgi ile bu yaklaşımın haklılığını ispat mümkün müdür? Pek tabii veri, bilgi ve belgeler bunu ispat edecek biçimde kullanıp bu dili kâfi derecede tekrar ederseniz, bu konuda çok fazla metin, görsel materyal üretirseniz bunu ispat etmek mümkündür.

Mesele yönetenlerin güvenilmez olması değil kalabalıkların bunu böyle kabul etmesidir. Bu, gerçeği belirler ve dönüştürür.

Bu dönüşüm konvansiyonel devleti de dönüştürebilecek güce sahiptir. Devlet “gücün” temerküz etmesidir. Para ve silahın etkinliğini “veri-bilgi” kavramına bıraktığını düşünürsek geleneksel devletlerin yerini neyin alacağını kestirmek çok da zor olmaz. Artık geleneksel devletler bu güvensizlikle yaşamayı sürdüremez. Onların yerini insanlığın gizli-açık tüm bilgilerini elinde bulundurup diledikleri zaman insanlığı diledikleri gibi manipüle edecek yeni nesil data devletleri alabilir. Uzak ya da yakın bir gelecekte.

Bir kısım insan dine güvenmiyor:

Tanrı bunca felaket, masum zalim demeden herkesi cezalandırırken hiçbir şey yapmıyor; duaları, yakarışları duymuyor üstelik din adamları aşı ya da ilaç da geliştirmiyor. Ne varsa yine bilimde var. Modern dönemde iktidardan düşen din, muhalefetteki yerini de kaybedecek. Dinlere de güvenmiyoruz.

Peki dine karşı bu güvensizliğin haklı nedeni olarak gösterilecek bilgi, bulgu, belge var mıdır? Kâfi miktarda vardır. Bir amaca yönelik olarak bunları uygun bir dille ifade ederseniz kalabalıkları ikna etmeniz mümkündür.

Bir kısım insan bilime güvenmiyor:

Tarihte yaşanmış tüm felaketlerde olduğu gibi bu felaket de bir yerde doyup durulacak. Sonra belki bilim bir çare üretecek ama iş işten geçmiş olacak. Milyonlar öldükten sonra. Gözle görülmeyen bir zerre yüz binlerce bilim insanını çaresiz bıraktı. Bu nasıl bilim? Belki de bu felakete bilim insanları sebep oldu. Laboratuvarda modifiye ettikleri bir virüs kontrolden çıktı. Belki de bilerek sızdırdılar ve dünya nüfusunu kontrol etmek için bu felaketi doğurdular. Atom bombası da “bilimin- bilim insanlarının” bir ürünüydü. Çernobil’i unutmadık. Bilimin olmasa da bilim insanlarının sicili bozuk. Yani ilaç ve teknoloji firmalarının, bazı bilim insanlarının bozuk sicilini kullanarak “bilimin ve bilim insanlarının kıyameti getireceğine” pek tabii kalabalıkları ikna edebiliriz. Çünkü bu bağlamda da mebzul miktarda veri bulabiliriz.

Bir kısım insan sermayeye güvenmiyor:

Büyük sermaye her zaman "insanlık" için çalıştığını söylese de artık onların gizli ajandaları sağır sultana malum. Sermayelerini daha da büyütmek, insanlığı köleleştirip, yok edip dünyayı mutlu bir azınlığa tahsis etmek istiyorlar. İnsana sundukları en ufak konforun karşısında insandan hürriyetini, sağlığını, fıtri olan özelliklerini alıyorlar. Ezoterik tarikatlar gibi hepsi iki yüzlü. Din, bilim ve teknoloji en büyük silahları. Her şeyi kendi çıkarları için kullanıyorlar. Bu yaklaşım aslında kimsenin pek tartışma konusu etmeyeceği hemen hepimizin ikna olmuş olduğu bir yaklaşımdır.

Bir kısım insan teknolojiye güvenmiyor:

Kullanıyor ama güvenmiyoruz. Akıllı bir cihazın aslında aklımızın düşmanı olduğuna inanıyoruz. Saniyelik bilgi edinme ve iletişimimizin; tercihlerimizden fikirlerimize, inançlarımızdan alışkanlıklarımıza kadar tüm sırlarımızı ele verdiğini biliyoruz. Bu verilerin depolandığı dataların sahiplerinin bunları istedikleri zaman bizi yönetmek için kullandıklarını ve kullanacaklarını biliyoruz. Teknolojinin bize sağladığı konfor için sadece para ödemediğimizi, birçok insani, fıtri özelliğimizi de bu konfor için bedel olarak feda ettiğimizi biliyoruz. Bütün bu farkındalıkla birlikte hem teknolojinin nimetlerinden faydalanıyor hem de teknolojiye güvenmiyoruz. Teknolojinin getirilerinden çok götürüleri olduğuna dair çok sayıda veriyle insanlığın en büyük düşmanının teknoloji olduğuna kalabalıkları ikna etmek mümkündür.

Dijital iletişim yukarıdaki zikrettiğimiz başlıklarda sayısız gerekçe, bilgi-bulgu ve veriyi kullanarak sayısız gerçek olmayan ama gerçekmiş hissi uyandıran bilgi-bulgu ve veriyi kullanarak neye güvenip neye güvenmeyeceğimiz konusunda bize seçenek sunuyor. Aslında seçtiğimiz perspektifi “hür irademizle seçip seçmediğimiz” de bir tartışma konusu. Maruz kaldığımız dijital iletişim mecrası seçenekler arasında seçim yaparken de büyük ihtimalle bireyi manipüle ediyor. Ve çağın insanı “bence bu güvenilmez” diyor ve “bence” yaklaşımının hür iradeyle belirlenmiş bir yaklaşım olduğunu düşünüyor. “İnsanın hürriyeti” meselesi acaba hiç bu kadar tartışma konusu olmuş mudur?

Hülasa aslında insanlık son noktada güvensizlik duygusunda ortaklaşsa da aslında yine fikir olarak paramparça. Parçalanmada ortaklaşma: müthiş ironi

Herkes aslında ilk insandan beri ötekinin "kutsalına, değerine, tanrısına, putuna" güvenmiyor. Gelinen noktada güvenilmez bulduğumuz şeyler iyice görünür oldu ve dijital iletişimin hızı ve üretim kabiliyeti kimin neye güvenmediğini olağanüstü bir hızla dünyanın en ötesine ulaştırdı ve herkes birbirinin neye güvenmediğini biliyor. 10. Yüzyılda Moğolistan’daki bir göçebe İskoçya’daki bir papazın neye güvenmediğinden haberdar değildi. Bugünkü durumda milyarlarca insan kimin neye hangi haklı sebeplerle güvenmediğini biliyor ve bu muazzam bir güvensizlik iklimi inşa ediyor.

Kuran’da kıyamet sahnesi “O gün insan kaçar kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından! O gün onlardan her birinin başından aşkın bir işi, kendine yetecek bir derdi ve belâsı vardır.” (Abese 34,35,36,37.) şeklinde tasvir edilir. Bu kıyamet tasvirinde de kimsenin kimseye güvenmediği, yaygın bir güvensizlikten bahseder. Herkes kendi derdine düşmüştür ve kimse kimseye güvenmez. Öbürünün kendisinden hak talep edeceği ya da bir yardım isteyeceği o sahnede kimse kimseyi görmez, kimse kimseye güvenmez. Bu kıyamet sahnesinin kabaca bir temsili olarak göreceğimiz güvensizlik ikliminin belirginleştiğini görüyoruz. Bu hissin bu kadar belirgin bu kadar görünür olması dili de davranışları da organizasyonları da dönüştürecektir. Ama hangi yöne doğru?

İçinde yaşadığımız zamana şahit oluyor hayata da maruz kalıyoruz. Zahmet de külfet de nimet de değişmeyecek. Sermayenin bir silahına, bir aracına dönüşen bilim hepimizi birer "dijital nesneye" dönüştürecek. Kimisi bunun farkına varıp ıstırap içinde dönüşecek, kimisi de bunu fark edip fark etmediğini önemsemeden güle oynaya nesneleşecek. İnsan nihayetinde dünyada bir cenneti var etmenin mümkün olmadığını görecektir.

Kötülük kavramının kaynağı insandır. İyi ile kötünün mücadelesi şeklinde var olan hayat daima çatışma üretir ve bu çatışma ilanihaye sürecek bir yapıdadır. Bu bağlamda en zor ve de en önemli mesele sanırım insanın hakikatle bağ kurabilecek en önemli varlığı olan aklını koruması, onu hakikatle bağı kopmayacak bir perspektifle kullanmasıdır. Birçok kesin kanaatin aslında “kendine göre doğru” olduğunu, bunun “hakikat” ile ilişkisinin tartışmalı olabileceğini unutmamak, daima hakikati aramak ve onunla bağ kurmak çabası önemlidir.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 773 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.