Nasıl Herkesleştik Kayıtsızlaştık, Neden Heyecanı Yitirdik?

09 Ağustos 2023
Image

Volkan Girgin'in yönettiği 2020 yapımı beş dakikalık “Konuşma”  isimli kısa film, güçlü kadrosu ve çarpıcı alt metniyle dikkat çekiyor. Kendisini hiç görmediğimiz, olan biteni gözünden izlediğimiz karakterimizin, bebekliğinde onu konuşmaya zorlayan anne babasının bebeğe baba dedirtmeye çalıştığı sahne ile açılıyor.

Anne-Baba: Hadi konuş yavrum baba de, baa-ba. Konuş hadi babbabbab...

Çocuk biraz büyüdüğünde aynı anne-baba: Misafirlikte konuşulmaz, baba deyip durma, konuşma artık, koo-nuş-ma...

Topunu kesen kızgın bakkal: Konuş! Sokakta top oynanır mı? Konuş lan!!!

Histerik öğretmen: Konuşma, derste konuşulmaz, burası okul...

Ayrılmak üzere olduğu sevgili: Konuşmayacak mısın, lütfen konuş. Bak bu ayrılık ikimize de iyi gelecek...

Mahalle kabadayısı: Konuşmayacaksın, burada kimin konuşup kimin konuşmayacağına ben karar veririm...

Dekan: Burası üniversite burada istediğiniz her konuda konuşabilirsiniz.

Farklı bir zamanda başka bir dekan: Burası üniversite burada öyle istediğiniz her konuda konuşamazsınız.

Sorgulayan polis: Konuş, konuşsana oğlum, konuş!

Farklı zamanlarda karısı: "Konuş lütfen, yeter artık konuş!" "Konuşma, yeter artık lütfen konuşma!"

Psikiyatrist: Konuşmazsanız problemlerinizi çözemeyiz...

...Ve hazin son!

Bağlamdan uzaklaşmayı göze alarak da olsa, filmin uyandırdığı duygular ve yazmaya kışkırttığı düşünceler neler oldu bir bakalım.

Ebeveynlerin, akranların, öğretmenlerin, patronların ve dahi her türlü otoritenin mutlu edilmesi gereken bir hayat yaşıyoruz.

Kırmamız gereken pek çok zincirin, karşılamamız gereken sayısız beklentinin dayatıldığı bu hayatta çoğu zaman karşılanamayan beklentilerin felce uğratan hayal kırıklıkları ile boğuşuyoruz.

Suçlu ve aşağılık hissettiren, kapana kısılmışlık duygusuyla boğan, kurtulup özgürleşemediğimiz prangalarla bağlanmışız.

Image

Müfredatla biçimlendiriliyor, yetişkinlerin ve devletin her şeye kadir otoritesi, denetim ve gözetimi ile disipline ediliyor, itaate alıştırılıyoruz.

Her birimiz toplumun arzu ve istekleri uğrunda çalışan işçi arılara dönüştürülüyoruz.

Eylemlerimiz kişiliğimize ihanet ettikçe benimseniyor, seviliyoruz.

Otoritenin kurallarına uyduğumuzda ödüllendiriliyor, kuralların dışına çıktığımızda cezalandırılıyor, tam bir itaate zorlanıyoruz. Yani edimsel koşullanma yöntemiyle olumlu veya olumsuz pekiştireçlerle bir deney hayvanı gibi koşullandırılıyor, kendimiz olmaktan çıkarılıyoruz.

Dönüştürüldük ve içine doğduğumuz toplumun, normları içselleştiren uysal bir üyesi olduk fakat kendimiz olmaktan çıktık; silik, donuk, cansız bir renge büründürüldük.

Kritik kararlar almamız gerektiğinde far görmüş tavşan gibi donup kalıyoruz zira karakterimiz baskılandı.

Hevesli bir çalışan, pasif bir tüketici olduk.

Kendi gerçek kişiliğimizi yadsıdık, başımızdaki bir sürü gardiyanın yanı sıra bizzat kendimizin gardiyanı olduk.

Herkesleştik, nötrleştik, kayıtsızlaştık, heyecanı yitirdik.

Image

Dayatılan roller, bel büken şişirilmiş beklentiler, yüksek sorumluluklar ve kendimiz olmamıza izin vermeyen toplumun yıkıcı baskıları altında ezildik.

Toplumun bizim için belirlediği hedeflere odaklandık, birilerini memnun etme uğrunda özgürlüğümüzden, özerkliğimizden feragat ettik.

Sorgulamayı unuttuk, mekanikleştik; sömürüye açık bir biçimde hayır diyemez hale geldik.

Giyimimiz, bakışımız, sigara içişimiz, saç kesimimizden tut tarihe, hayata, kutsala bakışımıza kadar her şeyimiz, algılara içkinleşmiş klişeleri mutlak hakikat zanneden kolektif bilinçaltı tarafından belirlendi.

Başkaldırmak, isyan etmek, öfke dolu haykırmak; sistemin dışına çıkmak ve savrulmak olarak görüldü, delilik göstergesi sayıldı.

Hasta bir topluma uyum sağlamak sağlık ölçütü kabul edildi.

Image

Beyinlerimize deli gömleği giydirilmesine rıza gösterdik. O yüzden kapatıldığımız bir kafes olan toplumsal normlara boyun eğdik, mahalle baskısına yenildik, eğilip bükülebilir elastiki bir hal aldık.

Eğitimin aydınlatıcı, sorgulatıcı ve asi yönlerimizi öne çıkarıcı bir rol oynaması gerekirken tam aksine zorunlu eğitim sistemi tarafından törpülendik, pasifleştik, sinikleştik.

Dolayısıyla içimizdeki özgür ruh katledildiği için razı olduğumuz hayatları yaşayamadık.

Sığlığın, zevksizliğin, düzeysizliğin, yüzeydeliğin, yarı aydın egemenliğinin hüküm sürdüğü, kişiselliğin gelişmediği yığın kültürünün egemen kodlarına kıstırıldık.

Kitleleri peşinden sürükleyen mitosların, toplumsal mitlerin, anlamdan kopuk sentetik tutkuların bizi kıskıvrak yakalayıp kötürümleştirmesine maruz kaldık.

Image

Ezber bozacak takatimiz bırakılmadı.

Tabir yerindeyse farkında bile olmadan dokularımıza değin sinen ve gizlenen faşizm, en umulmadık anlarda verdiğimiz refleksle kendini gösterdiğinde sıradan bir ruha, düzayak bir insana dönüştüğümüzü, kaybolduğumuzu fark ettik.

Ruhsal gerçekliğimizi reddedip maddi gerçekliğe sıkışıp kaldık. Ne öldük ne onduk.

"Sistem" kendimiz olmamıza izin vermedi; umutlarımız ufalandı, yıllarımız çalındı.

Asimile edildik, uslandırıldık, uyumlu hale getirildik fakat ne kadar mutlu olduk?

Olmamız istenen kişi olarak başkalarını mutlu ettiğimiz kesin lakin olmak istediğimiz kişi olamamak bizi mutlu etmek şöyle dursun ne hale getirdi, neye dönüştürdü sorgulamak lazım.

Sorgulamamızı sağlayacak duyargalarımız ne kadar sağlıklı kaldıysa artık...

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 328 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.